Cuma, Mart 26, 2010

la ferme

güneye dalgın dalgın inerken omzuma dokunup "missed lesson, didn't you?" diyip gülümeseyen yabancılar o kadar da yabancı değiller artık bugün.
yabancısı olmadığın insanlarla mezdeke açıp oynamak gibisi yok! keşke de herkes kulübe gelse hmm herkes gelse hmm oynasak güzel güzel, on dilde konuşsak.

promise i'll be kind but i won't stop

geldi ve gitti. kendini büyüleyen dünyasına geri döndü. saatlerdir yazdığım her şeyi çöpe atarak gitti. ama yazdığım bir şeye değindi: çok basit! büyük oynayacaksın, dedi. eskiden ben de büyük oynardım.

geldi ve gitti.şu an son zamanlarda neden devamlı yenildiğimi kavradım birden. büyük oynamak lazım.

geldi ve gitti. bense hala gülüyorum. yazdığım her şeyi çöpe atıyorum. büyük oynanacaksa herkesin canı yanmalı.

hala gülüyorum. şimdi mutluluk var, huzursa gitti; ben geldim.
işte bunu seviyorum.

..

bir erkek için aşk;
hayatın kadınca işgal edilmesi.
işgal edilenin köleye dönüşmesi.
kölenin tattığı acı.
-acı mı?


ankara, 2006

you're kettling me!

bugün hepimiz bir şeyler itiraf ettik birbirimize. sevdiklerimizden başlayıp sevmediklerimize kaydı itiraflar, sonra uzadı da uzadı konuşma. malum sevmediklerimiz sevdiklerimizi katlar şu hayatta. sevmediğim hatta öfke duyduğum ne çok kişi varmış, bugün fark ettim kendimi dinlerken. sevdiğimizi sandığımız şeyler ne kadar da geriyormuş aslında bizi, bir bir ortaya döküldü bugün hepsi. hala düşünüyorum sevmediklerimi, düşün düşün ne bitmez şeymiş. gecenin bu saati oldu hala düşünüyorum. düşündükçe bir sbk'lı edasıyla tıslıyorum. e kalkiyim bari yataktan artık. baksana uyumuyorum!
..
ee tabi erken uyuyan insanın hali bir başka oluyor. dayanamıyorum uykusuzluğa. yatağa girer girmez uyuyakalıyorum hemen. çok can sıkıcı. allahtan bugün uyumamı gerektiren zorunluluklar ortadan kalktı da uyumadığım için kötü hissetmiyorum kendimi.
..
güzel kulübümün güzel mail grubunda gecenin bu saatinde geyik yapan insanları seviyorum. elindeki martinisine zeytin isteyerek dolaşmak ve zengin sanatçılardan olmak isteyen 'insan'ı seviyorum. gülüşü neşe saçan güzel insanı seviyorum. tatlı bilge'ciğim ve irfan hele.. parislerden laf yetiştiren güzel gözlü kızı da seviyorum. ablasının da ayrı bir yeri var, biricik saymanımız o bizim. kırmızı'yı ne kadar sevdiğimden bahsetmiyorum bile, çünkü anlatamam istesem de. keyfi yerinde bir güdoşitoya da hayır demem mesela mhh.
..
ama bu aralar en sevdiğim şey kübçükle konuşmak sanırım. kendimi ismini vermek istemediğim arkadaşım gibi hissediyorum: heeeey benimle konuşan birisi var! işte bu duygu, diyorum. o zaman sadece yüzüm gülmüyor artık. insanlarınsa beni neden sevmediğini anlamıyorum. ama gerçekten anlamıyorum. ben olsam bu kızı severdim, diyorum yine bir cem türkeli edasıyla ve aranızdan ayrılıyorum.
..
kübçük, you're kettling me!
(this makes sense ha? :))

Perşembe, Mart 25, 2010

eyeliner and cigarettes

huzur ve mutluluk bir arada bulunabilseydi eğer,
eminim sahibi biz olurduk.

Pazar, Mart 21, 2010

karar verdim ki!

evet evet ben midtörmlere kadar ders çalışmayıp hep hafta sonları bişeyler dikmeye karar verdim şu an. evet evet yarın başlıyorum hatta. off çok güzel olucak her şey. kübçük kızmasın bana ama :)

you can't get always what you want

saygılı bi hayat istiyorum ya artık, var mı ötesi?
saçlarımı tekrar maviye boyama zamanım gelmiş de geçiyor bile. hatırlatmasanız olmaz sanki.
bu arada para önemli bir şey ya, herkesin istediği bi şey. parasız terk bile edemiyosun ki kimseyi.
hayat çok sıkıcı off!
keşke cücümün istediği küçük prensli topuklu ayakkabılar bizim olsa da giysek eğlensek biraz.
keşke param olsa da başımı alıp gitsem.
yanıma da bir tek - düşündüm de alacak bir şey bulamadım.

Cumartesi, Mart 20, 2010

i'm faking it

bazen hiç bilmediğiniz, ihtimal vermediğiniz yollardan hayatınıza giriyorum. karıştırıyorum her şeyinizi, sizin bile bilmediğiniz şeyleri öğreniyorum. üç ay önce neymişsiniz şimdi ne olmuşsunuz onu görüyorum. bazen çok üzülüyorum ama gerçekten çok üzülüyorum, çok etkileniyorum. sonra size bakışım değişiyor birkaç gün. sarkastik oluyorum birden. ama sonra hemen geçiyor. size sizmişsiniz gibi davranıyorum.
oyunlar oynuyoruz karşılıklı,
siz farkındalıksız ben bilinçli.
kafamın içindekiler kalıyor geriye sadece
-daha sonra açılmak üzere.

What on earth am I meant to do?

O kapıyı açmaya geldi iyi ki geldi.evet 'cem ben' den 'ben cem'e evrilen insan yazıyor bu post'u. misafir yazar derdim de çok avam olur o ne öle misafir falan.bu yazıya yerleştireceğim 'inside joke'ları bi seferde yazayım da üzerimden baskı kalksın.such a pressure falan.(ben de konuştuğum gibi yazmaya karar verdim bu postta.).ya da yazmayayım zekice bişiler yazmam lazım.böyle katman katman anlamları olan(katman avam oldu 'tekrar okuyan cem ben' ).belkı bu yazdıklarımın da vardır anlamları,gifted bi insanımdır falan belki.anlayan anlıyordur.

dimi? hayır diilse diil diyin.

acaba yazabiliyor muyum diye düşündüm az önce.yazamamak. pardon da bebeğim avam yani.yazıcağım bişi var mı, bence yok.('bence' ben cem gibi okunacak).yaptığım her şey tek bir soruya cevap bulmaya yönelik değil mi zaten?

hayır diilse diil diyin yani

anladın mı? anlamadıysan avam mısın açık konuş.

PD: ben cem i nasıl okuduğumu düşünün bulun.

i haven't seen you in a real long time

bugün hava güzel ya şunu da hissediyorum: kimseyi ya da hiçbir şeyi özlemiyorum. herkes ve her şey kafamın içinde dans ediyolar aylardır. o kadar oradalar ki özlemek fiili bile yabancı geliyor artık. herkes orada, devamlı konuşuyorum onlarla, sohbet ediyorum, fikirlerini alıyorum. gülüyoruz beraber, ağlıyoruz bazen. fiziksel varlıklarının bir önemi yok, çünkü hep benimleler. uzun zamandır görüşmediğim birisi aradığında sanki daha yeni görüşmüşüz gibi geliyor bana, hiç garipsemiyorum, hiç çekinmiyorum uzaklıktan.
ama bir de işin başlık kısmı var ki o kısmı da siz çözün.
ben kapıyı açmaya gidiyorum.

don't bother

bugün hava ne güzel yahu. görenler bilir (zaten yazdıklarımı okuyanların hepsi de evime en az bi kere gelmiş insanlar, beyle de bir istatistik yabdım), evimde mutfak penceresinin önündeki masaya oturdum yine, çağrışımlar yapıyorum. yüz tane şey düşünüyorum. düşündükçe yenileri geliyor. acaba okumalarımı günü gününe yapmadan bu dönem iyi notlar alabilir miyim diye düşünüyorum. yine midtörmlere bıraksam okumaları, hem bütün derslerime de gidiyorum. öyle ya yaparım herhalde. bunu yazarken midtörm yerine acaba vize mi yazsam diye düşündüm, sonra konuştuğum gibi yazmaya karar verdim. evet başkalarına benzemeye çalışıyorum. bu daha eğlenceli, hem daha kolay. yaşadığını daha çok hissediyosun ivit :) dimi aslı?
..
hava böyle bi güzel ya, insanın mutlu olası geliyor. mutlu olmak senin kararına bağlı yani. istersen mutsuz da olabilirsin, sana kalmış. ama hava bunu biraz zorlaştırıyor. çünkü güneş var, hava sıcak, dışarısı var o da sıcak, kalın montlar giymek zorunda değilsin. pencereyi açabilirsin, çünkü üşümeyeceksin. e pencereyi açmışken sigara da içersin. off bayılıyorum sigara içmeye, dünyanın en güzel şeyi. keşke herkes sigara içse. ama astımı olmasa insanların. midesi de ağrımasa. aslı demişti ki bi gün: "ağrı güzel bir şey, insan organlarının yerini fark ediyor." ne demek istediğini size açıklamicam, ben 5 senedir yapıyorum bi kere de siz düşünün anlayın.
..
hasan bir gün merve'ye demiş ki: "mevsime göre ruh hali değişen insandan hayır gelmez."
gelir ki. bak hava güzel, burada oturmuş saçmalıyorum. duyduğumuz bir kelime bile hayatımızı (kaçımızın hayatını?) bu denli etkiliyorken nasıl olur da mevsimler etkilmez?
tabiki saçmalıyorum ama siz yine söylediklerimi ciddiye alın. çünkü basic argümanlar sizin işiniz.
ben hasan'ın ne demek istediğini anladım ama hadi bi kere de siz anlayın.
..
ayy şarkılarım ve ben!
you can't always get what you want!
house izlemenin faydaları ivit.
off çok uzun yazıyorum yine, kimse okumayacak.
..
keşke cem bana iki de bir de sevdiği her şeyin ardından "sen bu kadın olsana","aa sen de böyle yapsana"  demese. ne demek istediğini ben anladım demicem, çünkü anlamıyorum vallahi billahi. çünkü o da bilememiş bence. bad romance'le julia child'ı aynı potada eritebilecek bi insan varsa gelsin öğretsin, valla yapıcam.
tabiki şaka ettim. eğleniyorum ben böyle, bi o bi bu olmaya çalışarak. aynı kostüm değiştirmek gibi. her gün başka biri oluyorum, ne güzel de hiç fark etmiyo. kötü anlamda değil tabi. ama istediği kişi olmam için yeniden kendim olmam gerekir ki bu hepimizin hayatını mahveder. hiç gerek yok.
yazdıklarımda gerçeklik payı yok neredeyse ama bu yazının amacını kim gerçekten anlicak bakalım.
..
şurada oturup saçmalamak kadar güzel bir şey yok yahu şu hayatta. merdivenlerden insanlar geçiyor, hava güzel, ben sigaram ve çayımla birlikteyim. kendi özel alanımda aklıma gelen her şeyi yazıyorum yazabildiğim kadar. buradan özlem konusuna geçiş yapmak isterim ama çok uzun oldu her şey. neyse ben biraz daha çağrışım yapiyim.
..
gülden bi kere demişti ki: "külotlu çorap dünyadaki en güzel şey." bunu tiki manifestosunu yaptığımız gün söylemişti. ama onunla alakası yok. tamamen ikimiz de giyinirken söylenmiş bi laftı. ne zamandır birinin bunu söylemesini bekliyomuşum demek ki nası mutlu olmuştum nasııı anlatamam. evveeet dedim dünyanın en güzel şeyi külotlu çorap!
..
bu aralar cem'in ne kadar zeki olduğunu fark ediyorum. aa bi de şeyi fark ettim; her çiftin başka insanların gülmediği/gülmeyebileceği kendi aralarında yaptıkları espriler var. anlatıyosun anlatıyosun gülmüyolar anasını satiyim, halbuki çok komik. ya da onlar anlatıyo komiklikleri şakaları, eee diyorum içimden bir cem türkeli edasıyla. ben de gülüyorum tabi ayıp olmasın diye ama sonra eve gidince buna mu gülüyolar lan oturup diyorum. ilginç valla ilginç. ilginç değil tabi de sırf ilginçlik olsun diye ilginç yazdım. yoksa değil.
..
sarkastikliği tamamen elden bıraktım artık. sarkastik bir insan olmayıverdim geçen zaman içinde. yeni rolüm bu oldu artık. o yüzden sarkastik bakışlar atmıyorum kimseye, rahat olun acık. sadece anlamaya çalışıyorum, sonra kabul ediyorum. aslı be, bu kabullenme işi çok kolay da sonrasında yapacak bir şey kalmıyo geriye. sadece yeni kabul edeceğin caseler çıkıyo karşına. onlara da eyvallah diyosun. eee ama eee? evet çok boşum burlarda aslı, kendimi kariyer günlerine verdim. eşantiyon toplamaya gidiyorum hiç vermiyolar hiç vermiyolar :( sadece öğrendiğim başarı hikayeleriyle kalıyorum.
girişimci olucaz hepimiz.

Pazar, Mart 07, 2010

it's cold outside

şu hayatta en sevdiğim şeylerden biri ankara'daki balkonda sigara içmek.
gecenin önemi var
soğuğun önemi yok.
hava yine kararmış, ben yine sigara içerken düşünceler alemine dalmışım.
(-yine düşün bir şeyleri, durmadan düşün.)
(-aman eksik kalmasın.)
neyse..
şey düşünüyorum o anda da; olay bu ya, sihirli bir gücüm olsa ne yapmak ister idim acep. bu düşünceye de cv yazma konusundan gelmiştim, şu an hatırladım. düşünce zincirleri, çağrışımlar pek bi yahşi bizim ailede. bu daha çok merve'de göze çarpar, bense içimde tutarım. o yüzden de az zıplarım. zıplarsam da merve'yle zıplarım. çünkü o da zıplar, hiç sormaz neden zıplıyoruz diye. başka herkes sorar. bi o sormaz.
off bu soruyu mero'ya sormak geldi aklıma şimdi, de uyuyor allahtan mışıl mışıl. bir başlarsa hayal dünyası durmaz onun. lost room oluruz. kayboluruz.
o anda babam geldi balkona. önce mutfağa, sonra balkona.
"ben cumartesi günü işte bu halde balkonda sigara içerken hasta oldum." dedi zatürre babam. "benim odamda içebilirsin istersen. hem pencere de açılıyor, onu da açabilirsin" dedi.
"üstümdeki yeterli babacım, üşümüyorum" dedim üşüdüğümün bilincinde.
"hava soğuk." dedi gitti. sonra geri geldi.  tekrar aynı konuşmayı yaptık. ben gönlü olsun diye sigaramı söndürdüm, içeri girdim.

o, o balkonda sigara içmenin keyfini bilmiyordu.
ben biliyordum.
ben, üşümemenin yeterli olmadığını bilmiyordum.
ama o biliyordu.

god-like

eğer sihirli bir gücüm olsaydı, onun insanların hislerini bilmek ve yönetmek olmasını dilerdim.
hayat çok kolay olurdu o zaman, çok da eğlenceli olurdu.
toplumu çiftlere ayırıp birbirlerine aşık ederdim, ohh kimse de kimseye karışmazdı. herkes ayrı bi mutlu olurdu.
sinirli insan kalmazdı dünyada.
para kazanmak zorunda da kalmazdım.
kim bilir belki de şu an içinde bulunduğum tek bir ilişki bile benim olmazdı artık.
mmh belki de daha güzel olurmuş meğersem, öyle diyorlar içimden..


bir de bazen - zaman zaman - sık sık - bazen her daim - her gece mesela - hafızamı kaybetmeyi diliyorum.
ama korktuğum tek nokta öss'ye tekrar girmek durumunda kalıp da soruları yapamamak. hafızamı kaybediyorum ya hani, tümden mi gitse acaba matematik falan da mı hatırlayamasam, yoksa sadece anılarım mı gitse? bunun bir yolunu yordamını bulsam hazırım valla.
hem tümden gidecekse 'bu yaştan sonra okunmaz' diyip para kazanmak zorunda da kalmam.


"golden middle of that heavenly road
that I’ve heard is laying
somewhere in this world"

Salı, Mart 02, 2010

seduce me once again

hayat ne garip aksi. tam düşünüldüğünün tersi gibi. hayatın özelliği zaten garip olması. tüm sıradanlıklar aslında bize hayatın garip olduğunu düşündürten.  şu şununla tanışmış, bu bununla yatmış, o seni anlamış. zaten olması gereken şeyler bunlar, neden garipsiyoruz ki sanki.. evet tek sistem evren, evet oksijen sistemin bir parçası. oksijeni nasıl sadece bir eklenti olduğundan sistemin dışına atamazsan, hayatındakileri de kendinden dışarı atamaz insan. ancak, onları kendinden dışlayamaması demek değildir ki onların varlığı diğerlerinin yokluğudur. gerçeklik tam da bu işte. ya da rüya ne derseniz adına. sadece insanların, zamanın doğrusal değil; döngüsel ya da (mesaj takviyesiyle açıklama babında) çekirdeğin etrafındaki elektron bulutları gibi olduğunu kabullenmeleri gerekli.
..
zaman döngüsel değildi ama neydi?
..
zaman hava gibi bir şey. havanın geçmişi var mı ya da geleceği? hava gitmiş mi mesela? geri gelecek mi?
havaya karışsak mesela, buhar olup uçsak. hava bizi zamana taşısa, biz havada yok olsak, hava bizde yok olsa..
paralel evrenler arasında geçiş yapabilsem mesela. burada içime döndüm tekrar, evet. ama gidebilmemin amacı geri gelebilmek olsa. hiç durmazdım ki o zaman. çünkü insanın durmak isteyeceği bir hayat olamaz asla.
..
çok eşlilik demişken; wine not cupcake? hı, neden olmasın ki? neden yapamayalım? bu soruya cevap vermeye başlamak çok kolay. çünkü yapmamak için binlerce sebep bulursun. hepsinin altında yatansa tek bir sebep: suçluluk duygusu. ama neden 'bir'ine karşı hislerin varken 'iki'ncisi yasak? neden 'iki'ncisi olmasın? diğerini bu neden rahatsız etsin ki? sen yine sensin, o yine o, diğeri yine diğeri. sadece sen daha zenginsin artık.
''zenginlik değil bu, aldatmak.''
..
genellikle anlamak sorundur anlaşmak yerine. insanlar anlamazlar ancak anlaşırlar. bu durumda herkes mutludur. pek de bir sorun çıkmaz ortaya. sonra anlayan birilerini bulursun. anlaşırsın da.
o her zaman bir ihtimaldir çünkü. ihtimallerse güzeldir.

bir de başka türlü anlaşmazlıklar vardır. anlarsın ama anlaşamazsın. 'ne güzel anlaşamıyoruz!' demiş adamın biri, o yaşlanmış ama tutkulu gözleriyle. ne güzel de söylemiş! anlaşamamak anlamamaktan da kötü.
..
işte hayatımın bir yarısı böyle geçiyor. diğer yarısı da diğer türlü. kadın farkında olmadan çok doğru bir şey söylemiş,  tam da şu an fark ettim. hayatım boyunca yapmaya çalıştığım şey birinci türü ikinci türe çevirmekti. hayır yanlış oldu. yaptığım şey bu. yapmaya çalıştığım şey bambaşkaydı.
..
o halde: durmak var, yola devam!
Julia Child olmak kolay olacak.
şimdi sormam gereken tek bir soru kaldı:

peki sen aldatır mıydın?