ben de sevmedim bir şeyler yazmamamı, ama şu sıralar yazmak beni sevmediğim hallere sokuyor. rahatlatmak yerine itiraf etmeye zorluyor. itiraf ettikçe - kaçamadığımdan - yazdıklarıma gömülüyorum. gömüldükçe bir başka ben oluyorum, bana bir haller oluyor.
aslında duygusal duygusal (şu anki ruh halimle derdo derdo diye düzeltmek istiyorum müsadenizle) yazmaya başlamıştım yine yukarıdaki gibi. sonra durdum düşündüm, var bi terslik bende belli, gittim sigara içtim bi tane. hayat böyle olmuyo lan, bi gariplik var dedim. nölüyo? dedim. lan?! dedim sonra, bilen bilir. açtım, bulduğum bütün blogları okudum baştan sona. herkes bi kafalar yaşamış yazarken, bazıları bilincinde, bazıları ööle zırvalamış. bazıları çok baydı, bazılarına çok güldüm. bazısı gelmiş 35 yaşına, hala benim 18 yaşımda girdiğim triplerde. bırakın bi artık ya. valla. hiç gerek yok teyzem ya valla. ben yaşadım oradan biliyorum, bi geniş ol, bi rahatla. onları yaşıyosun yaşıyosun da bi bok olmuyo sonra. ööle yaşadığınla/hissettiğinle/düşündüklerinle/uydurduklarınla kalıveriyosun. kimse de sallamıyo bak ben biliyorum beni dinle şşt teyzeee. sana yazık valla benden demesi.
ben bugün bunu gördüm: piç olmak lazım şu hayatta. hayat senin piçin olmadan sen onun piçi olcaksın. koycaksın götüne her şeyin. hiç de sevmem ha piç insanları. bi tanesi gelsin şu an karşıma, yüzüne bile bakmam. sarkastik oluveririm hemen amaaaa da sevmesek bile öyle olmalı be. eğlenelim azıcık dimi?
eğlence de neyse. neyse ne. eğlenirdim ben eskiden, o zaman kavramlarla sorunlarım vardı. şimdi yok diye mi kendimi bayıyorum aceba günden güne? kendime soru sormayı seviyorum. cevap verecek birisi mutlaka bulunuyor çünkü. ama her şeye açıklama yapma huyumu sevmiyorum (bkz: bir önceki cümle). kimse bana açıklama yapmıyor, ben niye yapıyorum ki?? piç olmak lazım piiiiç.
moreover, bide bunları okuyup da piç olmaya karar verirseniz size piç olma önerilerim olacak. mesla öğrendiğimiz politikıl teorileri hatırlayalım. sonra da kavramlarla ilgili geride kalmış olan sorunlarımızı tekrar günümüze taşıyıp 'piçlik' kavramının içini boşaltalım. şimdi o teorileri bir daha hatırlayalım ve piçlik kavramına uyarlayalım. piçlik boş bir levha olsun. ahahahahah ne sararım ben burdan şimdi. neyse okuyun okuyun, eğleniyoruz işte. şimdiii madem kavramın içini boşalttık, e kendimiz dolduralım bari yazık olmasın, boşuna boşaltmış olmayalım. işte bu noktada piç olmak isteyen herkes kendisine bir 'do/do not' listesi yapacak ve bu levhaya yazacak. şu hayatta yapmak istediklerinizi ve istemediklerinizi yazacağınız bir liste olacak bu. örnek veriyorum:
do: çapkın ol, sarkastik davran, bilmem kimi görünce hemen aşağıla, hep gül vs.
do not: ucuz yemek yeme, bilmem kime bağımlı olma, aman elalemin ortasında ağlama, kimsenin nazını çekme vs.
(bu listeyi ingilizce hazırlayınca daha mantıklı oluyo ve göze daha hoş görünüyo, yapmıştık bi kere ordan biliyorum. ama ben şimdi örnek verdiğimden ve ingilizce düşünmeye üşendiğimden ecnebi dillerde yazmıyorum. yoksa 5 dil biliyorum ben, bilen bilir.)
şimdi kimsenin görmeyeceği bu listeyi oluşturduktan sonra levhamıza şu hayatta yapmak/olmak istediğimiz ve istemediğimiz her şeyi yazıyoruz. artık piçlik kavramımız hazır. eğer derseniz ki yook benim listem piçlik kavramına uymadı, o zaman isterseniz kavramınızın adını değiştirebilirsiniz. ama zaten biz eski kavrama göre bir piçlik yaparak kavramın içini boşaltıp kendimiz doldurduğumuzdan o artık eski piçlik değil. o nedenle böyle bir statementla gelmeniz biraz saçma olur ama olsun gelen olur, gelmeyen olur, istediğinizi yapabilirsiniz, özgür bir levha sundum size. ama değiştirirseniz şunu unutmayın ki sizin artık kavramlarla sorununuz yoktur, zaten hiç olmamıştır.
piçliğin adını değiştiren piçtir lan! hadi bakam, gelsin çelınclar. içimdeki despotu susturamıyorum bazen, affola. ne kadar konradikşın dolu bir hayatım var yarebbim ama hanginizin yok ki?
neyse, bu levhayı böyle doldurduktan sonra beyninize yerleştiriyosunuz. nasıl yerleştireceğiniz size kalmış. her şeyi de ben anlatamam ya (benim piçlik listemdekilerden biri de bu olacak anlaşılacağı üzre. yoksa ben herkese istediği her şeyi anlatan bir insanım, bilen bilir. valla.). isterseniz yerleştirmeden ezberleyebilirsiniz de ama diğer türlüsü daha kalıcı oluyo diye onu öneriyorum. en sonunda yapmanız gereken tek şey individual'ların state of nature'da self-interested olduğunu kabul edip bu levhada yazılı olanlara göre davranmak. hayatınız çok kolaylaşacak lan, bi de eğlenceksiniz üstüne. daha ne istiyosunuz.
levha sistemini uygulayıp da memnun kalmayan bana gelsin, ben bi ayar çekerim ona.
bence ben iyi sardırdım, az eğlenmedim ama ne yalan söyliyim.
piç olmak lazım piiç..
wine not cupcake etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
wine not cupcake etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumartesi, Nisan 17, 2010
Cuma, Mart 26, 2010
la ferme
güneye dalgın dalgın inerken omzuma dokunup "missed lesson, didn't you?" diyip gülümeseyen yabancılar o kadar da yabancı değiller artık bugün.
yabancısı olmadığın insanlarla mezdeke açıp oynamak gibisi yok! keşke de herkes kulübe gelse hmm herkes gelse hmm oynasak güzel güzel, on dilde konuşsak.
yabancısı olmadığın insanlarla mezdeke açıp oynamak gibisi yok! keşke de herkes kulübe gelse hmm herkes gelse hmm oynasak güzel güzel, on dilde konuşsak.
promise i'll be kind but i won't stop
geldi ve gitti. kendini büyüleyen dünyasına geri döndü. saatlerdir yazdığım her şeyi çöpe atarak gitti. ama yazdığım bir şeye değindi: çok basit! büyük oynayacaksın, dedi. eskiden ben de büyük oynardım.
geldi ve gitti.şu an son zamanlarda neden devamlı yenildiğimi kavradım birden. büyük oynamak lazım.
geldi ve gitti. bense hala gülüyorum. yazdığım her şeyi çöpe atıyorum. büyük oynanacaksa herkesin canı yanmalı.
hala gülüyorum. şimdi mutluluk var, huzursa gitti; ben geldim.
işte bunu seviyorum.
..
bir erkek için aşk;
hayatın kadınca işgal edilmesi.
işgal edilenin köleye dönüşmesi.
kölenin tattığı acı.
-acı mı?
ankara, 2006
geldi ve gitti.şu an son zamanlarda neden devamlı yenildiğimi kavradım birden. büyük oynamak lazım.
geldi ve gitti. bense hala gülüyorum. yazdığım her şeyi çöpe atıyorum. büyük oynanacaksa herkesin canı yanmalı.
hala gülüyorum. şimdi mutluluk var, huzursa gitti; ben geldim.
işte bunu seviyorum.
..
bir erkek için aşk;
hayatın kadınca işgal edilmesi.
işgal edilenin köleye dönüşmesi.
kölenin tattığı acı.
-acı mı?
ankara, 2006
bunlar çağrıştı:
ben aslında varım,
çakıl,
oyun,
öpücük balığı,
wine not cupcake
Cumartesi, Mart 20, 2010
don't bother
bugün hava ne güzel yahu. görenler bilir (zaten yazdıklarımı okuyanların hepsi de evime en az bi kere gelmiş insanlar, beyle de bir istatistik yabdım), evimde mutfak penceresinin önündeki masaya oturdum yine, çağrışımlar yapıyorum. yüz tane şey düşünüyorum. düşündükçe yenileri geliyor. acaba okumalarımı günü gününe yapmadan bu dönem iyi notlar alabilir miyim diye düşünüyorum. yine midtörmlere bıraksam okumaları, hem bütün derslerime de gidiyorum. öyle ya yaparım herhalde. bunu yazarken midtörm yerine acaba vize mi yazsam diye düşündüm, sonra konuştuğum gibi yazmaya karar verdim. evet başkalarına benzemeye çalışıyorum. bu daha eğlenceli, hem daha kolay. yaşadığını daha çok hissediyosun ivit :) dimi aslı?
..
hava böyle bi güzel ya, insanın mutlu olası geliyor. mutlu olmak senin kararına bağlı yani. istersen mutsuz da olabilirsin, sana kalmış. ama hava bunu biraz zorlaştırıyor. çünkü güneş var, hava sıcak, dışarısı var o da sıcak, kalın montlar giymek zorunda değilsin. pencereyi açabilirsin, çünkü üşümeyeceksin. e pencereyi açmışken sigara da içersin. off bayılıyorum sigara içmeye, dünyanın en güzel şeyi. keşke herkes sigara içse. ama astımı olmasa insanların. midesi de ağrımasa. aslı demişti ki bi gün: "ağrı güzel bir şey, insan organlarının yerini fark ediyor." ne demek istediğini size açıklamicam, ben 5 senedir yapıyorum bi kere de siz düşünün anlayın.
..
hasan bir gün merve'ye demiş ki: "mevsime göre ruh hali değişen insandan hayır gelmez."
gelir ki. bak hava güzel, burada oturmuş saçmalıyorum. duyduğumuz bir kelime bile hayatımızı (kaçımızın hayatını?) bu denli etkiliyorken nasıl olur da mevsimler etkilmez?
tabiki saçmalıyorum ama siz yine söylediklerimi ciddiye alın. çünkü basic argümanlar sizin işiniz.
ben hasan'ın ne demek istediğini anladım ama hadi bi kere de siz anlayın.
..
ayy şarkılarım ve ben!
you can't always get what you want!
house izlemenin faydaları ivit.
off çok uzun yazıyorum yine, kimse okumayacak.
..
keşke cem bana iki de bir de sevdiği her şeyin ardından "sen bu kadın olsana","aa sen de böyle yapsana" demese. ne demek istediğini ben anladım demicem, çünkü anlamıyorum vallahi billahi. çünkü o da bilememiş bence. bad romance'le julia child'ı aynı potada eritebilecek bi insan varsa gelsin öğretsin, valla yapıcam.
tabiki şaka ettim. eğleniyorum ben böyle, bi o bi bu olmaya çalışarak. aynı kostüm değiştirmek gibi. her gün başka biri oluyorum, ne güzel de hiç fark etmiyo. kötü anlamda değil tabi. ama istediği kişi olmam için yeniden kendim olmam gerekir ki bu hepimizin hayatını mahveder. hiç gerek yok.
yazdıklarımda gerçeklik payı yok neredeyse ama bu yazının amacını kim gerçekten anlicak bakalım.
..
şurada oturup saçmalamak kadar güzel bir şey yok yahu şu hayatta. merdivenlerden insanlar geçiyor, hava güzel, ben sigaram ve çayımla birlikteyim. kendi özel alanımda aklıma gelen her şeyi yazıyorum yazabildiğim kadar. buradan özlem konusuna geçiş yapmak isterim ama çok uzun oldu her şey. neyse ben biraz daha çağrışım yapiyim.
..
gülden bi kere demişti ki: "külotlu çorap dünyadaki en güzel şey." bunu tiki manifestosunu yaptığımız gün söylemişti. ama onunla alakası yok. tamamen ikimiz de giyinirken söylenmiş bi laftı. ne zamandır birinin bunu söylemesini bekliyomuşum demek ki nası mutlu olmuştum nasııı anlatamam. evveeet dedim dünyanın en güzel şeyi külotlu çorap!
..
bu aralar cem'in ne kadar zeki olduğunu fark ediyorum. aa bi de şeyi fark ettim; her çiftin başka insanların gülmediği/gülmeyebileceği kendi aralarında yaptıkları espriler var. anlatıyosun anlatıyosun gülmüyolar anasını satiyim, halbuki çok komik. ya da onlar anlatıyo komiklikleri şakaları, eee diyorum içimden bir cem türkeli edasıyla. ben de gülüyorum tabi ayıp olmasın diye ama sonra eve gidince buna mu gülüyolar lan oturup diyorum. ilginç valla ilginç. ilginç değil tabi de sırf ilginçlik olsun diye ilginç yazdım. yoksa değil.
..
sarkastikliği tamamen elden bıraktım artık. sarkastik bir insan olmayıverdim geçen zaman içinde. yeni rolüm bu oldu artık. o yüzden sarkastik bakışlar atmıyorum kimseye, rahat olun acık. sadece anlamaya çalışıyorum, sonra kabul ediyorum. aslı be, bu kabullenme işi çok kolay da sonrasında yapacak bir şey kalmıyo geriye. sadece yeni kabul edeceğin caseler çıkıyo karşına. onlara da eyvallah diyosun. eee ama eee? evet çok boşum burlarda aslı, kendimi kariyer günlerine verdim. eşantiyon toplamaya gidiyorum hiç vermiyolar hiç vermiyolar :( sadece öğrendiğim başarı hikayeleriyle kalıyorum.
girişimci olucaz hepimiz.
..
hava böyle bi güzel ya, insanın mutlu olası geliyor. mutlu olmak senin kararına bağlı yani. istersen mutsuz da olabilirsin, sana kalmış. ama hava bunu biraz zorlaştırıyor. çünkü güneş var, hava sıcak, dışarısı var o da sıcak, kalın montlar giymek zorunda değilsin. pencereyi açabilirsin, çünkü üşümeyeceksin. e pencereyi açmışken sigara da içersin. off bayılıyorum sigara içmeye, dünyanın en güzel şeyi. keşke herkes sigara içse. ama astımı olmasa insanların. midesi de ağrımasa. aslı demişti ki bi gün: "ağrı güzel bir şey, insan organlarının yerini fark ediyor." ne demek istediğini size açıklamicam, ben 5 senedir yapıyorum bi kere de siz düşünün anlayın.
..
hasan bir gün merve'ye demiş ki: "mevsime göre ruh hali değişen insandan hayır gelmez."
gelir ki. bak hava güzel, burada oturmuş saçmalıyorum. duyduğumuz bir kelime bile hayatımızı (kaçımızın hayatını?) bu denli etkiliyorken nasıl olur da mevsimler etkilmez?
tabiki saçmalıyorum ama siz yine söylediklerimi ciddiye alın. çünkü basic argümanlar sizin işiniz.
ben hasan'ın ne demek istediğini anladım ama hadi bi kere de siz anlayın.
..
ayy şarkılarım ve ben!
you can't always get what you want!
house izlemenin faydaları ivit.
off çok uzun yazıyorum yine, kimse okumayacak.
..
keşke cem bana iki de bir de sevdiği her şeyin ardından "sen bu kadın olsana","aa sen de böyle yapsana" demese. ne demek istediğini ben anladım demicem, çünkü anlamıyorum vallahi billahi. çünkü o da bilememiş bence. bad romance'le julia child'ı aynı potada eritebilecek bi insan varsa gelsin öğretsin, valla yapıcam.
tabiki şaka ettim. eğleniyorum ben böyle, bi o bi bu olmaya çalışarak. aynı kostüm değiştirmek gibi. her gün başka biri oluyorum, ne güzel de hiç fark etmiyo. kötü anlamda değil tabi. ama istediği kişi olmam için yeniden kendim olmam gerekir ki bu hepimizin hayatını mahveder. hiç gerek yok.
yazdıklarımda gerçeklik payı yok neredeyse ama bu yazının amacını kim gerçekten anlicak bakalım.
..
şurada oturup saçmalamak kadar güzel bir şey yok yahu şu hayatta. merdivenlerden insanlar geçiyor, hava güzel, ben sigaram ve çayımla birlikteyim. kendi özel alanımda aklıma gelen her şeyi yazıyorum yazabildiğim kadar. buradan özlem konusuna geçiş yapmak isterim ama çok uzun oldu her şey. neyse ben biraz daha çağrışım yapiyim.
..
gülden bi kere demişti ki: "külotlu çorap dünyadaki en güzel şey." bunu tiki manifestosunu yaptığımız gün söylemişti. ama onunla alakası yok. tamamen ikimiz de giyinirken söylenmiş bi laftı. ne zamandır birinin bunu söylemesini bekliyomuşum demek ki nası mutlu olmuştum nasııı anlatamam. evveeet dedim dünyanın en güzel şeyi külotlu çorap!
..
bu aralar cem'in ne kadar zeki olduğunu fark ediyorum. aa bi de şeyi fark ettim; her çiftin başka insanların gülmediği/gülmeyebileceği kendi aralarında yaptıkları espriler var. anlatıyosun anlatıyosun gülmüyolar anasını satiyim, halbuki çok komik. ya da onlar anlatıyo komiklikleri şakaları, eee diyorum içimden bir cem türkeli edasıyla. ben de gülüyorum tabi ayıp olmasın diye ama sonra eve gidince buna mu gülüyolar lan oturup diyorum. ilginç valla ilginç. ilginç değil tabi de sırf ilginçlik olsun diye ilginç yazdım. yoksa değil.
..
sarkastikliği tamamen elden bıraktım artık. sarkastik bir insan olmayıverdim geçen zaman içinde. yeni rolüm bu oldu artık. o yüzden sarkastik bakışlar atmıyorum kimseye, rahat olun acık. sadece anlamaya çalışıyorum, sonra kabul ediyorum. aslı be, bu kabullenme işi çok kolay da sonrasında yapacak bir şey kalmıyo geriye. sadece yeni kabul edeceğin caseler çıkıyo karşına. onlara da eyvallah diyosun. eee ama eee? evet çok boşum burlarda aslı, kendimi kariyer günlerine verdim. eşantiyon toplamaya gidiyorum hiç vermiyolar hiç vermiyolar :( sadece öğrendiğim başarı hikayeleriyle kalıyorum.
girişimci olucaz hepimiz.
bunlar çağrıştı:
belibol,
cücüm,
çakıl,
çanuşka:),
çay muhabbeti,
değişmek,
gülden the desperate :),
mero,
oyun,
öpücük balığı,
sigara,
şarkı,
şişli,
tercih meselesi,
wine not cupcake
Pazar, Mart 07, 2010
god-like
eğer sihirli bir gücüm olsaydı, onun insanların hislerini bilmek ve yönetmek olmasını dilerdim.
hayat çok kolay olurdu o zaman, çok da eğlenceli olurdu.
toplumu çiftlere ayırıp birbirlerine aşık ederdim, ohh kimse de kimseye karışmazdı. herkes ayrı bi mutlu olurdu.
sinirli insan kalmazdı dünyada.
para kazanmak zorunda da kalmazdım.
kim bilir belki de şu an içinde bulunduğum tek bir ilişki bile benim olmazdı artık.
mmh belki de daha güzel olurmuş meğersem, öyle diyorlar içimden..
bir de bazen - zaman zaman - sık sık - bazen her daim - her gece mesela - hafızamı kaybetmeyi diliyorum.
ama korktuğum tek nokta öss'ye tekrar girmek durumunda kalıp da soruları yapamamak. hafızamı kaybediyorum ya hani, tümden mi gitse acaba matematik falan da mı hatırlayamasam, yoksa sadece anılarım mı gitse? bunun bir yolunu yordamını bulsam hazırım valla.
hem tümden gidecekse 'bu yaştan sonra okunmaz' diyip para kazanmak zorunda da kalmam.
"golden middle of that heavenly road
that I’ve heard is laying
somewhere in this world"
hayat çok kolay olurdu o zaman, çok da eğlenceli olurdu.
toplumu çiftlere ayırıp birbirlerine aşık ederdim, ohh kimse de kimseye karışmazdı. herkes ayrı bi mutlu olurdu.
sinirli insan kalmazdı dünyada.
para kazanmak zorunda da kalmazdım.
kim bilir belki de şu an içinde bulunduğum tek bir ilişki bile benim olmazdı artık.
mmh belki de daha güzel olurmuş meğersem, öyle diyorlar içimden..
bir de bazen - zaman zaman - sık sık - bazen her daim - her gece mesela - hafızamı kaybetmeyi diliyorum.
ama korktuğum tek nokta öss'ye tekrar girmek durumunda kalıp da soruları yapamamak. hafızamı kaybediyorum ya hani, tümden mi gitse acaba matematik falan da mı hatırlayamasam, yoksa sadece anılarım mı gitse? bunun bir yolunu yordamını bulsam hazırım valla.
hem tümden gidecekse 'bu yaştan sonra okunmaz' diyip para kazanmak zorunda da kalmam.
"golden middle of that heavenly road
that I’ve heard is laying
somewhere in this world"
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
ben biraz malım galiba,
dialog,
hoppaa,
lan?,
tercih meselesi,
tuvalet anıları,
uyku yazıları,
wine not cupcake
Salı, Mart 02, 2010
seduce me once again
hayat ne garip aksi. tam düşünüldüğünün tersi gibi. hayatın özelliği zaten garip olması. tüm sıradanlıklar aslında bize hayatın garip olduğunu düşündürten. şu şununla tanışmış, bu bununla yatmış, o seni anlamış. zaten olması gereken şeyler bunlar, neden garipsiyoruz ki sanki.. evet tek sistem evren, evet oksijen sistemin bir parçası. oksijeni nasıl sadece bir eklenti olduğundan sistemin dışına atamazsan, hayatındakileri de kendinden dışarı atamaz insan. ancak, onları kendinden dışlayamaması demek değildir ki onların varlığı diğerlerinin yokluğudur. gerçeklik tam da bu işte. ya da rüya ne derseniz adına. sadece insanların, zamanın doğrusal değil; döngüsel ya da (mesaj takviyesiyle açıklama babında) çekirdeğin etrafındaki elektron bulutları gibi olduğunu kabullenmeleri gerekli.
..
zaman döngüsel değildi ama neydi?
..
zaman hava gibi bir şey. havanın geçmişi var mı ya da geleceği? hava gitmiş mi mesela? geri gelecek mi?
havaya karışsak mesela, buhar olup uçsak. hava bizi zamana taşısa, biz havada yok olsak, hava bizde yok olsa..
paralel evrenler arasında geçiş yapabilsem mesela. burada içime döndüm tekrar, evet. ama gidebilmemin amacı geri gelebilmek olsa. hiç durmazdım ki o zaman. çünkü insanın durmak isteyeceği bir hayat olamaz asla.
..
çok eşlilik demişken; wine not cupcake? hı, neden olmasın ki? neden yapamayalım? bu soruya cevap vermeye başlamak çok kolay. çünkü yapmamak için binlerce sebep bulursun. hepsinin altında yatansa tek bir sebep: suçluluk duygusu. ama neden 'bir'ine karşı hislerin varken 'iki'ncisi yasak? neden 'iki'ncisi olmasın? diğerini bu neden rahatsız etsin ki? sen yine sensin, o yine o, diğeri yine diğeri. sadece sen daha zenginsin artık.
''zenginlik değil bu, aldatmak.''
..
genellikle anlamak sorundur anlaşmak yerine. insanlar anlamazlar ancak anlaşırlar. bu durumda herkes mutludur. pek de bir sorun çıkmaz ortaya. sonra anlayan birilerini bulursun. anlaşırsın da.
o her zaman bir ihtimaldir çünkü. ihtimallerse güzeldir.
bir de başka türlü anlaşmazlıklar vardır. anlarsın ama anlaşamazsın. 'ne güzel anlaşamıyoruz!' demiş adamın biri, o yaşlanmış ama tutkulu gözleriyle. ne güzel de söylemiş! anlaşamamak anlamamaktan da kötü.
..
işte hayatımın bir yarısı böyle geçiyor. diğer yarısı da diğer türlü. kadın farkında olmadan çok doğru bir şey söylemiş, tam da şu an fark ettim. hayatım boyunca yapmaya çalıştığım şey birinci türü ikinci türe çevirmekti. hayır yanlış oldu. yaptığım şey bu. yapmaya çalıştığım şey bambaşkaydı.
..
o halde: durmak var, yola devam!
Julia Child olmak kolay olacak.
şimdi sormam gereken tek bir soru kaldı:
peki sen aldatır mıydın?
..
zaman döngüsel değildi ama neydi?
..
zaman hava gibi bir şey. havanın geçmişi var mı ya da geleceği? hava gitmiş mi mesela? geri gelecek mi?
havaya karışsak mesela, buhar olup uçsak. hava bizi zamana taşısa, biz havada yok olsak, hava bizde yok olsa..
paralel evrenler arasında geçiş yapabilsem mesela. burada içime döndüm tekrar, evet. ama gidebilmemin amacı geri gelebilmek olsa. hiç durmazdım ki o zaman. çünkü insanın durmak isteyeceği bir hayat olamaz asla.
..
çok eşlilik demişken; wine not cupcake? hı, neden olmasın ki? neden yapamayalım? bu soruya cevap vermeye başlamak çok kolay. çünkü yapmamak için binlerce sebep bulursun. hepsinin altında yatansa tek bir sebep: suçluluk duygusu. ama neden 'bir'ine karşı hislerin varken 'iki'ncisi yasak? neden 'iki'ncisi olmasın? diğerini bu neden rahatsız etsin ki? sen yine sensin, o yine o, diğeri yine diğeri. sadece sen daha zenginsin artık.
''zenginlik değil bu, aldatmak.''
..
genellikle anlamak sorundur anlaşmak yerine. insanlar anlamazlar ancak anlaşırlar. bu durumda herkes mutludur. pek de bir sorun çıkmaz ortaya. sonra anlayan birilerini bulursun. anlaşırsın da.
o her zaman bir ihtimaldir çünkü. ihtimallerse güzeldir.
bir de başka türlü anlaşmazlıklar vardır. anlarsın ama anlaşamazsın. 'ne güzel anlaşamıyoruz!' demiş adamın biri, o yaşlanmış ama tutkulu gözleriyle. ne güzel de söylemiş! anlaşamamak anlamamaktan da kötü.
..
işte hayatımın bir yarısı böyle geçiyor. diğer yarısı da diğer türlü. kadın farkında olmadan çok doğru bir şey söylemiş, tam da şu an fark ettim. hayatım boyunca yapmaya çalıştığım şey birinci türü ikinci türe çevirmekti. hayır yanlış oldu. yaptığım şey bu. yapmaya çalıştığım şey bambaşkaydı.
..
o halde: durmak var, yola devam!
Julia Child olmak kolay olacak.
şimdi sormam gereken tek bir soru kaldı:
peki sen aldatır mıydın?
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
çay muhabbeti,
hayat,
monolog,
sigara,
tercih meselesi,
wine not cupcake
Cuma, Ocak 29, 2010
and twisted thoughts that spin round my head
nereye yazdım bulamadım şimdi
belki de düşüncemde kalmıştır hepsi
anlatamamışımdır bildiklerimi
yazıya dökmek en iyisi
ancak böyle dinliyor seni birileri.
..
değiştiremiyorsan birisini
değiştirirsin kendisini
açık edersin yolun ikisini
-hiç açılmamış olan onunki
-yenilerini beklemek için diğeri seninki.
..
beklemek gerçekten gerekli mi
yolun sonu hep aynı değil mi
hep aynı mutluluk, hep aynı hüzün
dönüp durur beynimizde.
..
'we belong together' değil işte hayat
öyle bi dünya yok.
'can't find a better man' hiç değil hele
tam da bundan bahsediyorum ben de.
..
belki de düşüncemde kalmıştır hepsi
anlatamamışımdır bildiklerimi
yazıya dökmek en iyisi
ancak böyle dinliyor seni birileri.
..
değiştiremiyorsan birisini
değiştirirsin kendisini
açık edersin yolun ikisini
-hiç açılmamış olan onunki
-yenilerini beklemek için diğeri seninki.
..
beklemek gerçekten gerekli mi
yolun sonu hep aynı değil mi
hep aynı mutluluk, hep aynı hüzün
dönüp durur beynimizde.
..
'we belong together' değil işte hayat
öyle bi dünya yok.
'can't find a better man' hiç değil hele
tam da bundan bahsediyorum ben de.
..
bunlar çağrıştı:
ben aslında varım,
biz,
duy beni,
melik the desperate :),
telefon muhabbeti,
tercih meselesi,
uyku yazıları,
wine not cupcake
Perşembe, Ocak 28, 2010
i see i don't know why there's something else
son üç gündür yediğim çikolataların, pastaların, tatlıların, şekerlerin haddi hesabı yok, içtiğim çaylarsa düşüşte yine..
..
bugün müdür beni sevmiyor diye çok üzüldüm nedense. halbuki adam seni ne yapsın, seni sevip sevmediğine dair bir fikir bile oluşturmamıştır muhtemelen. başarısızlık korkusu bu mu yoksa? başarılı olmak müdüre kendini sevdirmek mi ya da? neyse ben elimden geleni yapıyorum nasılsa, ömer faruk beni sevmese kaç yazar..
..
staja başladım ben. çalışıyorum, bir hayli olmasa da. aynı böyle sokakta, orada burada, evde, okulda gördüğümüz insanlar gibi çalışıyorum. çok garip bir duygu. okul yokmuş gibi sanki. sabah kalkarsın 7'de, kahvaltını yaparsın evinde, sonra iştesin. akşam 5'e kadar çalışırsın. sonra eve gelip o kurduğun ve artık düzenli olan hayatının bir parçası olarak saat 7.30'da akşam yemeğini yersin. sonra geçersin bilgisayarın başına. maillerini kontrol edersin. arkadaşlarınla sohbet edersin biraz. saat olur 10. sonra bir bölüm dizi kalmıştır belki iki gündür izleyemediğin uykusuzluk yüzünden. onu izlersin sonra. ama bir geceye bir bölüm dizi düşer sadece, daha fazlasını beynin ve gözlerin kaldırmaz, hani çalışıyorsun ya. dizi bitince de -çoktan esnemeye başladığın için- e yatarsın artık. saat 4-5'ten önce girmediğin o yatak var ya o yatak, seni bekler artık. yattığın gibi de uyursun, düşünmeye bile vaktin kalmaz artık.
..
aslında çalışmak güzel bir şey. bir iş çıkarıyorsun ortaya, kendin yapmışsındır, emek vermişsindir. bütün bürokrasiye karşın bir şeyler yapmışsındır yine de be, sağlık olsun. okurken yapman gereken ödevler yok. her biri farklı bir saatte olan derslerin yok. o sana hiçbir şey vermeyen hocalar yok. hiçbir şey anlamadan okuman gereken, sana dayatılan yığınla kitap yok. makalelere pek bir şey demiyorum ama (muhtemelen büyüyünce de okurum). başarısız olacağını bildiğin ve bunun için çalışmak dışında bir şey yapmadığın sınavlara girme derdi yok. hesap vermek zorunda olduğun birileri yok. kimse sana gelip de 'bu dönem iş yerindeki performansın nasıldı bakalım' demez çünkü.
tabii bunlar çalışmanın sadece iyi yanları. kötü yanlarını az önce saymıştım zaten.
..
nefretlik bir şarkı çıktı yine.
nefret ettiren şarkı ama
kendisinden değil,
kendisi dışındaki her şeyden.
yolda adımlarını sıklaştıracak bir şarkı
çığlıklarını duyurmak istediğin cinsten
-kime istersen..
..
once..
ama neden olmasın tabi..
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
çalışmak,
ders ders ders,
hayat,
wine not cupcake
Çarşamba, Ocak 13, 2010
bakar mı ki?
insan bir duble rakıyla bu kafaya mı gelir her zaman?
hiç sanmam.
başka bir ruh hali bu, her zaman yakalanmayan.
"o kadar sevdim ki resmini..
biliyorum görünce beni, hep tanıyordum diyeceksin
rüyalarımda hep sen vardın, hep tanıyordum diyeceksin.."
ha bir de:
"geceleri resmine baktım, olanları anlattım.."
işte bugün konuştu mu benimle acaba?
bence her zaman konuşuyordu da duymayı hep erteledik.
her birimiz erteledik.
suçlamalı mıyız acaba birbirimizi?
ama bu zaman gerekliydi, diyecek birimiz hep.
bu zaman gerekli miydi peki?
özlemek için gerekliydi sanırım.
unutulanları hatırlamak, "bak ne anlatıcam", "bi de ne vardı biliyo musun", "benimse şöyle bi teorim var", "ben de aynı şeyi düşünüyorum ne zamandır", "şunu da dinle öyle çalışalım" demek için gerekliydi belki de..
..
yazmaya başlayınca zihnin berraklaşıyor birden.
az önceki o çok sevdiğin ruh hali kayboluyor birden.
ayakların üşümeye başlıyor bir anda, yeni yeni hissediyorsun..
halbuki daha az önce o seni üşütmeyen balkonda ilk sigaranı yakmıştın.
buraya ait değilim diye düşünmüştün.
daha bir kaç saat önce 'tayfa' kelimesini kullanmıştın.
sana ait olmayan bavullar vardı sana ait olmayan o balkonda,
gideceğinin habercisi gibi dikiliyorlardı yanı başında.
bir bira gidip almalı mı acaba bu saatte?
..
gidip almalı bence, riske atmamalı kendini..
hiç sanmam.
başka bir ruh hali bu, her zaman yakalanmayan.
"o kadar sevdim ki resmini..
biliyorum görünce beni, hep tanıyordum diyeceksin
rüyalarımda hep sen vardın, hep tanıyordum diyeceksin.."
ha bir de:
"geceleri resmine baktım, olanları anlattım.."
işte bugün konuştu mu benimle acaba?
bence her zaman konuşuyordu da duymayı hep erteledik.
her birimiz erteledik.
suçlamalı mıyız acaba birbirimizi?
ama bu zaman gerekliydi, diyecek birimiz hep.
bu zaman gerekli miydi peki?
özlemek için gerekliydi sanırım.
unutulanları hatırlamak, "bak ne anlatıcam", "bi de ne vardı biliyo musun", "benimse şöyle bi teorim var", "ben de aynı şeyi düşünüyorum ne zamandır", "şunu da dinle öyle çalışalım" demek için gerekliydi belki de..
..
yazmaya başlayınca zihnin berraklaşıyor birden.
az önceki o çok sevdiğin ruh hali kayboluyor birden.
ayakların üşümeye başlıyor bir anda, yeni yeni hissediyorsun..
halbuki daha az önce o seni üşütmeyen balkonda ilk sigaranı yakmıştın.
buraya ait değilim diye düşünmüştün.
daha bir kaç saat önce 'tayfa' kelimesini kullanmıştın.
sana ait olmayan bavullar vardı sana ait olmayan o balkonda,
gideceğinin habercisi gibi dikiliyorlardı yanı başında.
bir bira gidip almalı mı acaba bu saatte?
..
gidip almalı bence, riske atmamalı kendini..
bunlar çağrıştı:
ben aslında varım,
biz,
değişmek,
değişmemek,
dialog,
duy beni,
konuşmak,
korku,
uyku yazıları,
wine not cupcake,
yazmak
Pazar, Ocak 03, 2010
sen uyurken
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
biz,
duy beni,
konuşmak,
şarkı,
uzak,
wine not cupcake
Perşembe, Aralık 31, 2009
are you alright
kendi kurduğum dünyada da yaşadım. ama şimdi, sizin kurduğunuz dünyada yaşamayı seçtim ben. pek umutlu değildim açıkçası, mutluluğum uçup gidecek mi diye düşünüp durdum hep. sonra mutluluk ne ki zaten dedim. anca kendimize acı vermek bizim işimiz. bu yol da acı verecek nasılsa.
ama çok kolaymış! çok daha kolaymış..
sizin kurallarınız var, onlara uyuyorum. sizin oyunlarınız sarmalıyor beni, sesimi çıkarmıyorum.
sessiz yaşamak ne kadar da kolaymış, fark etmemişim daha önce.
izin veriyorum her yaptığınıza, artık sorgulamıyorum bile sizi.
ne derseniz o.
ama bir de..
ah şu Foucault olmasa..
ama çok kolaymış! çok daha kolaymış..
sizin kurallarınız var, onlara uyuyorum. sizin oyunlarınız sarmalıyor beni, sesimi çıkarmıyorum.
sessiz yaşamak ne kadar da kolaymış, fark etmemişim daha önce.
izin veriyorum her yaptığınıza, artık sorgulamıyorum bile sizi.
ne derseniz o.
ama bir de..
ah şu Foucault olmasa..
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
değişmek,
monolog,
öpücük balığı,
uyku yazıları,
wine not cupcake
Perşembe, Aralık 24, 2009
ben bugün bunu gördüm
sen ne safsın la, dediler bana.
bi de fazla iyi yüreklisin dediler.
bi de enayi misin kızım sen, dediler.
enayi ve aşırı saflık kısmını aldım ben, iyi yürekli olmadığımdan.
ne safım la ben..
..
iyi arkadaşlar kolay bulunmuyomuş, bunu gördüm bugün ben.
..
dışarı da hava kışın bile çok güzel olabiliyomuş, kuzey ışıl ışılmış.
dışarıdayken yanımdan geçen çiftin erkek tarafı "burası da kampüsün en kötü kısmı" dedi dişi tarafına.
kuzeyin ışıl ışıl olan o haline laf eden erkek kısmısına 'göt!' diyesim geldi ama hava çok güzel olduğu için demekten vazgeçip bi sigara yaktım.
..
ben bugün bunu da gördüm:
aslında haksız olan tek taraf değilmiş insan ilişkilerinde.
her iki tarafta da hata olmadan tartışma çıkmazmış.
aslında her zaman karşı tarafı da dinlemek gerekirmiş, öğrenmek için.
anlaşmak olmasa da anlamak gerekirmiş.
aslında anlayınca anlaşırmışsın da bazen..
yine çok safım diymi diymi?
..
bunu gören şunu da gördü:
aslında bazen karşındakinin yararını düşünerek yaptığın iyi şeyler karşıdaki için iyi olmayabiliyomuş.
o senin iyinmiş, onun iyisi olmak zorunda değilmiş.
hani senin doğrun başkasının doğrusu olmak zorunda değil ya, aynı mantık işte.
ben mantığı kuramamışım galiba.
evet evet.
..
mesela her insanın hayatında mert olsa bi tane.
geç yatınca kızsa mesela.
geç kalkınca da kızsa.
sabahları zorla uyandırsa ama böyle işkence ederek.
ders çalışınca kızsa.
ders çalışmayınca da kızsın ama.
her gün seni yürütse böyle saatlerce, yaz kış dinlemese.
konuşsa böyle saatlerce senle.
sen ona saldırsan, o sana saldırsa.
birbirinizi saldırganlıkla suçlasanız.
sonra 'iyiyiz' diyip kahkaha atsanız ve aynen devam etseniz.
gece müzik açsa mesela, müzikle uyusanız.
fotoğraf çekmece yapsanız beraber.
sıkılmasanız hiç ama.
rota belirleseniz beraber gezmece için.
pusula sorsanız birbirinize.
test etseniz birbirinizi devamlı.
birbirinizin hayatlarına radikal müdahaleler yapsanız.
ama da küsmece olmadan tabi.
sen çikolata alıp merte versen mesela ders çalışırken.
nası da mutlu olsa o öyle.
o da sana en güzel şaraplarından ikram etse, konuşmalık diye.
tartışacak konularınız bir türlü tükenmese.
sonu gülmeceyle bitse.
size en sevdiğinizi hatırlatsa bazı bazı.
mutlu olmanıza vesile olsa..
..
ben biraz saldırganım galiba, bunu da gördüklerim arasına ekledim gitti.
..
noterler de pek pahalıymış bee!
..
geceleri yatmadan önce farmville oynamak yerine kitap okuma alışkanlığı edinmek daha eğlenceliymiş sanırım.
ama da insan bir anda bağımlılıklarından kurtulamıyo ki..
..
meronun el sallaması da pek güzelmiş ama bunu bugün görmedim tabi ki, geçen gün gördüm.
..
derste yanındakiyle resim çizip hikaye yazmak pek eğlenceliymiş.
hele ki göbek, emo saç, kutu, kutunun içinde hediye, yeşil göz, kalkık burun, susuzluk çağrısı yapan çiçek çizmek ayrı bi eğlenmelikmiş..
..
belibolum çatalkaram çingenem notere 40.5 TL vermesine karşın beni özlemiş, anladım ben.
..
paper yazmak yerine yazı yazmak kesinlikle tercih edilebilir bi şeymiş.
..
sanırım hepsi bu kadar değil bugün gördüklerimin.
zaten bu gördüklerimin hepsi de bugüne ait değil.
olsun varsın.
maksat yazmak ne de olsa.
ha bugün ha yarın.
..
eheheh.
bi de fazla iyi yüreklisin dediler.
bi de enayi misin kızım sen, dediler.
enayi ve aşırı saflık kısmını aldım ben, iyi yürekli olmadığımdan.
ne safım la ben..
..
iyi arkadaşlar kolay bulunmuyomuş, bunu gördüm bugün ben.
..
dışarı da hava kışın bile çok güzel olabiliyomuş, kuzey ışıl ışılmış.
dışarıdayken yanımdan geçen çiftin erkek tarafı "burası da kampüsün en kötü kısmı" dedi dişi tarafına.
kuzeyin ışıl ışıl olan o haline laf eden erkek kısmısına 'göt!' diyesim geldi ama hava çok güzel olduğu için demekten vazgeçip bi sigara yaktım.
..
ben bugün bunu da gördüm:
aslında haksız olan tek taraf değilmiş insan ilişkilerinde.
her iki tarafta da hata olmadan tartışma çıkmazmış.
aslında her zaman karşı tarafı da dinlemek gerekirmiş, öğrenmek için.
anlaşmak olmasa da anlamak gerekirmiş.
aslında anlayınca anlaşırmışsın da bazen..
yine çok safım diymi diymi?
..
bunu gören şunu da gördü:
aslında bazen karşındakinin yararını düşünerek yaptığın iyi şeyler karşıdaki için iyi olmayabiliyomuş.
o senin iyinmiş, onun iyisi olmak zorunda değilmiş.
hani senin doğrun başkasının doğrusu olmak zorunda değil ya, aynı mantık işte.
ben mantığı kuramamışım galiba.
evet evet.
..
mesela her insanın hayatında mert olsa bi tane.
geç yatınca kızsa mesela.
geç kalkınca da kızsa.
sabahları zorla uyandırsa ama böyle işkence ederek.
ders çalışınca kızsa.
ders çalışmayınca da kızsın ama.
her gün seni yürütse böyle saatlerce, yaz kış dinlemese.
konuşsa böyle saatlerce senle.
sen ona saldırsan, o sana saldırsa.
birbirinizi saldırganlıkla suçlasanız.
sonra 'iyiyiz' diyip kahkaha atsanız ve aynen devam etseniz.
gece müzik açsa mesela, müzikle uyusanız.
fotoğraf çekmece yapsanız beraber.
sıkılmasanız hiç ama.
rota belirleseniz beraber gezmece için.
pusula sorsanız birbirinize.
test etseniz birbirinizi devamlı.
birbirinizin hayatlarına radikal müdahaleler yapsanız.
ama da küsmece olmadan tabi.
sen çikolata alıp merte versen mesela ders çalışırken.
nası da mutlu olsa o öyle.
o da sana en güzel şaraplarından ikram etse, konuşmalık diye.
tartışacak konularınız bir türlü tükenmese.
sonu gülmeceyle bitse.
size en sevdiğinizi hatırlatsa bazı bazı.
mutlu olmanıza vesile olsa..
..
ben biraz saldırganım galiba, bunu da gördüklerim arasına ekledim gitti.
..
noterler de pek pahalıymış bee!
..
geceleri yatmadan önce farmville oynamak yerine kitap okuma alışkanlığı edinmek daha eğlenceliymiş sanırım.
ama da insan bir anda bağımlılıklarından kurtulamıyo ki..
..
meronun el sallaması da pek güzelmiş ama bunu bugün görmedim tabi ki, geçen gün gördüm.
..
derste yanındakiyle resim çizip hikaye yazmak pek eğlenceliymiş.
hele ki göbek, emo saç, kutu, kutunun içinde hediye, yeşil göz, kalkık burun, susuzluk çağrısı yapan çiçek çizmek ayrı bi eğlenmelikmiş..
..
belibolum çatalkaram çingenem notere 40.5 TL vermesine karşın beni özlemiş, anladım ben.
..
paper yazmak yerine yazı yazmak kesinlikle tercih edilebilir bi şeymiş.
..
sanırım hepsi bu kadar değil bugün gördüklerimin.
zaten bu gördüklerimin hepsi de bugüne ait değil.
olsun varsın.
maksat yazmak ne de olsa.
ha bugün ha yarın.
..
eheheh.
bunlar çağrıştı:
ben aslında varım,
çay muhabbeti,
değişmek,
dialog,
fotoğraf çekmece,
gülmece,
konuşmak,
monolog,
uyku yazıları,
wine not cupcake,
yazmak
Çarşamba, Aralık 16, 2009
do you realize
biz olmaktan bile vaz geçesi geliyor insanın yemin ederim..
uyuyası geliyor artık yavaştan, gözleri kapanmak istiyor,
-bir daha hiç açılmamacasına..
uyuyası geliyor artık yavaştan, gözleri kapanmak istiyor,
-bir daha hiç açılmamacasına..
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
biz,
değişmek,
melik the desperate :),
uyku yazıları,
wine not cupcake
Cumartesi, Aralık 12, 2009
everybody knows
..
kızmakta haklısınız belki
ama siz bilmezsiniz ki
melikkız oynarken farmville'i
düşünmektedir tek bir şeyi
vardır her gün hediye gönderdiği biri
ve her gün hediye beklemektedir gönderdiği gibi
hediye geldiğini görünce mutluluk kaplar içini
bilir ki o, özel bir iletişimdir aralarındaki
-yalnızca kendinin bildiği..
tarlasına onun gider bakar
yeni bir şeyler varsa mutluluğu artar
bilir ki hayattadır
en azından farmville oynayacak kadar..
..ama arkadaşlar iyidir..
..ama arkadaşlar iyidir..
bunlar çağrıştı:
ben aslında varım,
melik the desperate :),
uyku yazıları,
uzak,
wine not cupcake
onceee upon a time i could control myself!
her şeye rağmen eğlenmeyi becerebilsek..
keyfimiz eksik olmasa hani dudaklarımızdan..
yansımamız kalsa ya her yerde..
hangisini önemsesek bazen?
saf kalsak keşke, bazıları gibi sade..
poz verdirseler bize makineyi yamuk tutarak, ikimiz de olduğumuz gibi olsak süreçte..
gözetlendiğimizi bilmediğimizde daha güzeliz sanki..
yüzümüzü aklaştırıp gerisi karartsak insanlar anlamaz mı ki?
güzelliğimizi fark etsek azıcık..
utanmasak hiçbir şeyden..
hep hep hep gülümsesek..
bakışları anlasak ya bazen..
bazen de anlamasak..
"soğuk ve yıldızsız sonsuz gülüşümüz"ü görseler..
hep aynı anı görsek, hep belgelemek istesek..
bazen uzaklara baktığımızda, gerçekten görsek ya uzağı..
anlamaya çalıştığımız şeylerin arasında kaybolsak..
çillerimiz olsa ya hepimizin, güzelliğimizi çevreleyen..
bunlar çağrıştı:
belibol,
biz,
cücüm,
fotoğraf çekmece,
fotomoto,
gülden the desperate :),
gülmece,
hayat,
kübçük,
melik the desperate :),
mero,
monolog,
oyun,
uyku yazıları,
uzak,
wine not cupcake,
zenit
Cuma, Kasım 27, 2009
come up on different streets
kelimeler olmasa keşke, diyordu. her şeyi zorlaştıran işte şu kelimeler.
her şeyi kelimelerle anlatmak zorundasın, konuşarak ya da yazarak. ses çıkarmak istemediğinde sadece yazmayı tercih edersin. bu yüzden okunma kaygısıyla yazanlara kızmamak gerek, diye düşünüyordu. sana kalan yazdıkların zaten kelimelere dökülmesine gerek duyulmayanlardır. yazdıklarından sana kalanlar ise kelimelerle ifade edilmesi gerekenlerdir, birileri okusun diye. okusunlar ki onlar da cümle kursunlar. bu cümle seni kapsar ya da kapsamaz, bu onların bileceği iş. ama genelde seni yazarlar sana, okuduğunda anlarsın ya da dinlediğinde. yazmak güzel şey, konuşmak da öyle. lakin dinlemek ve okumak ayrı bir keyif veriyor insana. daha çok farkındalık veriyor, onlara ve kendine dair farkındalıklar.. bunu daha önce bir yerde yazmış mıydım diye düşünüyor, sonra buluyor o düşünceyi. evet kullanmıştım, diyor, bir kokuyu duyumsarken. ne garip, diye geçiyor aklından. birini ya da bir şeyi görüyorsun, konuşuyorsun onunla ya da yazıyorsun bir kaç satır ona dair. bir fotoğraf çekiyorsun, o fotoğraf kendisini anlatmaya yetmiyor tüm varlığına rağmen, açıklama ihtiyacı hissediyorsun onu, gülüyor, yine kelimelerle. duyduğun kokuyu ya da bir sesi, bir şarkıyı yine yazıyorsun, sırf ifade edebilmek için. ifade edeyim de iletişim kurayım, diye geçiyor aklından. anlatayım ki insanlar anlasın beni, diyor. hemen sonra yine kendini yanlış ifade ettiğini fark ediyor. üff tüm anlatmak istediği bu işte. tekrar alalım diyor kendi kendine. sinirleniyor biraz da. ne zor bu iş yazmak ama konuşmaktan iyidir, karşında seni anlamayan ve yargılayan gözler görmüyorsun, sadece gözünü alan aptal bir beyaz ekran, dünyaya bağlandığın, neyse, diyor. iletişimin amacı nedir diye bir soru atıyor ortaya. durun bakın kendim cevap vermeye çalışayım, diyor kurnaz yandan gülüşüyle. felsefe derslerinde öğrendiğim kadarıyla anlaşmakmış insanlarla. peki ya anlama ama anlaşamama durumlarında ne yapmalı, diye düşünüyor. şu sıralar bunun üzerine yoğunlaştım, diyor. 'ne güzel anlaşamıyoruz'u anladığım an her şeyi çözmeye başladığım o ilk andı. kelimelerin işlevini kavradığım an insanlarla anlaşmak zorunda olmadığımı da anladım diye düşünüyor ve gecen geceki hatasını hatırlıyor. neyse ki affedildim diyor, bir daha yapmayacağım. bunu anladığın noktadan sonrası hayatındaki sınırların kalktığı yeni bir yaşamın başlangıcı. daha özgürsün artık diyecektim az kalsın diyor ve düzeltiyor, özgürsün artık. derdin karşındakini anlamak olmalı, anlaşmak değil. anlatmak istediklerimi doğru ifade edebilmek için kelimeleri çok özenli seçmeliyim diye düşünüyor, e ne de olsa bizi yanlış aksettiren onlar. keşke kelimeler olmasa, diyor. yaşam kelimelere dökülünce anlamsızlaşıyor sanki, çünkü yaşadığın şeyler onlar değil. o kelimeler senin yaşadığını hissettiremez ki karşındaki her kimse işte ona. sadece diyor,-eğer kendisi de benzer bir duygu yaşamışsa- senin ne hissettiğini anlamaya dair ufak ipuçlarıdır kelimeler karşıdakiler için, o kadar. birinin seni tam anlamıyla anlaması zaten imkansızken, bundan yakınmanın anlamı ne, diye düşünüyor. sonra kızıyor kendine, herkes böyle düşünmeyebilir. ama keşke düşünseler, diyor, dünya daha güzel bir yer olurdu. kelimelere ihtiyaç duymasak bir de, farklı bir iletişim biçimimiz olsa böyle kes/yapıştır gibi. herkes anlamlandırabilse senin yaşadıklarını zihninde, diğerlerine verdiğin kelimelerin azizliğine uğramasan.. anlaşmak zorunda olmadığımızın bilince olarak sadece anlayarak yaşasak, insanlar saygı duymaktan vazgeçip severek yaşasa, değişik yollardan gelseler bile..
..
bazen anlamak için kelimelere ihtiyaç duysan bile kelimeler olmadan da beni sevebileceğin bir dünya düşlediğin için seni seviyorum..
..
kelimeler olmadan yaşayabileceğim bir dünya düşlediğimde içindeki tek insan sen olduğun için seni bambaşka seviyorum..
..
kelimelerin her şeyimiz ve tek varlığımız olduğu dünyamızda anlaşmak için değil anlamak için yaşamamızı sağladığın için seni çok seviyorum..
her şeyi kelimelerle anlatmak zorundasın, konuşarak ya da yazarak. ses çıkarmak istemediğinde sadece yazmayı tercih edersin. bu yüzden okunma kaygısıyla yazanlara kızmamak gerek, diye düşünüyordu. sana kalan yazdıkların zaten kelimelere dökülmesine gerek duyulmayanlardır. yazdıklarından sana kalanlar ise kelimelerle ifade edilmesi gerekenlerdir, birileri okusun diye. okusunlar ki onlar da cümle kursunlar. bu cümle seni kapsar ya da kapsamaz, bu onların bileceği iş. ama genelde seni yazarlar sana, okuduğunda anlarsın ya da dinlediğinde. yazmak güzel şey, konuşmak da öyle. lakin dinlemek ve okumak ayrı bir keyif veriyor insana. daha çok farkındalık veriyor, onlara ve kendine dair farkındalıklar.. bunu daha önce bir yerde yazmış mıydım diye düşünüyor, sonra buluyor o düşünceyi. evet kullanmıştım, diyor, bir kokuyu duyumsarken. ne garip, diye geçiyor aklından. birini ya da bir şeyi görüyorsun, konuşuyorsun onunla ya da yazıyorsun bir kaç satır ona dair. bir fotoğraf çekiyorsun, o fotoğraf kendisini anlatmaya yetmiyor tüm varlığına rağmen, açıklama ihtiyacı hissediyorsun onu, gülüyor, yine kelimelerle. duyduğun kokuyu ya da bir sesi, bir şarkıyı yine yazıyorsun, sırf ifade edebilmek için. ifade edeyim de iletişim kurayım, diye geçiyor aklından. anlatayım ki insanlar anlasın beni, diyor. hemen sonra yine kendini yanlış ifade ettiğini fark ediyor. üff tüm anlatmak istediği bu işte. tekrar alalım diyor kendi kendine. sinirleniyor biraz da. ne zor bu iş yazmak ama konuşmaktan iyidir, karşında seni anlamayan ve yargılayan gözler görmüyorsun, sadece gözünü alan aptal bir beyaz ekran, dünyaya bağlandığın, neyse, diyor. iletişimin amacı nedir diye bir soru atıyor ortaya. durun bakın kendim cevap vermeye çalışayım, diyor kurnaz yandan gülüşüyle. felsefe derslerinde öğrendiğim kadarıyla anlaşmakmış insanlarla. peki ya anlama ama anlaşamama durumlarında ne yapmalı, diye düşünüyor. şu sıralar bunun üzerine yoğunlaştım, diyor. 'ne güzel anlaşamıyoruz'u anladığım an her şeyi çözmeye başladığım o ilk andı. kelimelerin işlevini kavradığım an insanlarla anlaşmak zorunda olmadığımı da anladım diye düşünüyor ve gecen geceki hatasını hatırlıyor. neyse ki affedildim diyor, bir daha yapmayacağım. bunu anladığın noktadan sonrası hayatındaki sınırların kalktığı yeni bir yaşamın başlangıcı. daha özgürsün artık diyecektim az kalsın diyor ve düzeltiyor, özgürsün artık. derdin karşındakini anlamak olmalı, anlaşmak değil. anlatmak istediklerimi doğru ifade edebilmek için kelimeleri çok özenli seçmeliyim diye düşünüyor, e ne de olsa bizi yanlış aksettiren onlar. keşke kelimeler olmasa, diyor. yaşam kelimelere dökülünce anlamsızlaşıyor sanki, çünkü yaşadığın şeyler onlar değil. o kelimeler senin yaşadığını hissettiremez ki karşındaki her kimse işte ona. sadece diyor,-eğer kendisi de benzer bir duygu yaşamışsa- senin ne hissettiğini anlamaya dair ufak ipuçlarıdır kelimeler karşıdakiler için, o kadar. birinin seni tam anlamıyla anlaması zaten imkansızken, bundan yakınmanın anlamı ne, diye düşünüyor. sonra kızıyor kendine, herkes böyle düşünmeyebilir. ama keşke düşünseler, diyor, dünya daha güzel bir yer olurdu. kelimelere ihtiyaç duymasak bir de, farklı bir iletişim biçimimiz olsa böyle kes/yapıştır gibi. herkes anlamlandırabilse senin yaşadıklarını zihninde, diğerlerine verdiğin kelimelerin azizliğine uğramasan.. anlaşmak zorunda olmadığımızın bilince olarak sadece anlayarak yaşasak, insanlar saygı duymaktan vazgeçip severek yaşasa, değişik yollardan gelseler bile..
..
bazen anlamak için kelimelere ihtiyaç duysan bile kelimeler olmadan da beni sevebileceğin bir dünya düşlediğin için seni seviyorum..
..
kelimeler olmadan yaşayabileceğim bir dünya düşlediğimde içindeki tek insan sen olduğun için seni bambaşka seviyorum..
..
kelimelerin her şeyimiz ve tek varlığımız olduğu dünyamızda anlaşmak için değil anlamak için yaşamamızı sağladığın için seni çok seviyorum..
bunlar çağrıştı:
cücüm,
çakıl,
değişmek,
gülden the desperate :),
hayat,
koku,
konuşmak,
melik the desperate :),
monolog,
öpücük balığı,
şarkı,
uyku yazıları,
wine not cupcake,
yazmak
Perşembe, Kasım 26, 2009
evet ne var
sen az önce gittin ya
oturdum bilgisayarın başına
demlikte kalan son damlaları
doldurdum bardağıma
çay niyetine içmelik diye
umutlarımız vardı ya az önce
yaşamalık diye
dostlarımız vardı az önce
mutluluk versinler diye
fotoğraflarımız var bizim
her birinde ayrı bir hatıra
çekilmişler baktığımız her an gülelim diye
şarkılarımız da var tabi
her dinlediğimizde yaşayalım diye
mutluluk neyse işte
kendisi burada tam da işte şu anda:)
çok şanslıyız biz aslında
konuşacak bir şeylerimiz var her anımızda
insanlarımız var dünyamızda
en iyilerinden hem de
sen gittin ya az önce
sustum oturdum ama başladım yazmaya:)
iyi ki varsın, iyi ki varsınız, iyi ki varlar :)
oturdum bilgisayarın başına
demlikte kalan son damlaları
doldurdum bardağıma
çay niyetine içmelik diye
umutlarımız vardı ya az önce
yaşamalık diye
dostlarımız vardı az önce
mutluluk versinler diye
fotoğraflarımız var bizim
her birinde ayrı bir hatıra
çekilmişler baktığımız her an gülelim diye
şarkılarımız da var tabi
her dinlediğimizde yaşayalım diye
mutluluk neyse işte
kendisi burada tam da işte şu anda:)
çok şanslıyız biz aslında
konuşacak bir şeylerimiz var her anımızda
insanlarımız var dünyamızda
en iyilerinden hem de
sen gittin ya az önce
sustum oturdum ama başladım yazmaya:)
iyi ki varsın, iyi ki varsınız, iyi ki varlar :)
bunlar çağrıştı:
belibol,
burak,
cücüm,
çakıl,
çanuşka:),
çay muhabbeti,
dialog,
gülden the desperate :),
konuşmak,
kübçük,
melik the desperate :),
mero,
nekocan,
şarkı,
şişli,
wine not cupcake
Pazartesi, Kasım 23, 2009
is freewill dead?
pembe sevmeyen insanları, sanki biz pembe sevenleri kategorize ediyormuşuz gibi, kategorize etmeyin. bunu bir yaşam biçimine dönüştürmüyoruz biz ya da pembeyi pembe olduğu için giymemezlik yapmıyoruz. sevmediğimiz şey pembenin rengi, pembenin sesi, pembenin kokusu.. herkes bunu sevmek zorundaymış gibi davranmayın ya da illa ki bir gün herkes pembeyi sevecekmiş gibi.pembenin size yaşattığı his belli ki bizde canlanmıyor. yaşattığı o kısacık anlarda da giyiyoruz zaten merak etmeyin.
yapmayın, sinirlenip üzülüyoruz, yapmayın..
bizi sarkastik olmaya zorlamayın..
(21.11.2009)
not: pembeyi metafor olarak kullandım, alınmayın gücenmeyin :)
yapmayın, sinirlenip üzülüyoruz, yapmayın..
bizi sarkastik olmaya zorlamayın..
(21.11.2009)
not: pembeyi metafor olarak kullandım, alınmayın gücenmeyin :)
Çarşamba, Ekim 21, 2009
do you think you can tell?
ben bu kadar ruhsuzken
bu kadar olumsuzken
hala nasıl yaşıyorum
anlamıyorum
sen bu kadar umutluyken
ve bir o kadar da bencilken
daima en iyisi için çabalarken
hala nasıl en iyi değilsin
anlamıyorum
o bu kadar farklıyken
ya da kendini öyle sanırken
şimdi imkanlar önüne serilmişken
hala nasıl güçsüz
anlamıyorum
öteki bu kadar azimliyken
bencillik yolunda ilerlerken
her şeyi başarıyorken
hala nasıl son derece normal
anlamıyorum
beriki bu kadar güzelken
bu kadar başarılıyken
hala nasıl memnun değil
anlamıyorum
bir diğeri bu kadar zekiyken
tamamen bilinçliyken
ancak şu an seyircilere oynarken
hala nasıl kıskanç
anlamıyorum
ben bu kadar umutsuzken
sen bu kadar uzaktayken
'biz' bu kadar yokken
hiçbir şey yapmazken
hala nasıl 'varız' diyebiliyoruz
anlamıyorum
siz bu kadar beraberken
ve aslında birbirinizi öldürürken
son derece acımasızken
hala nasıl yok olmuyorsunuz
anlamıyorum
onlar bu kadar uyumluyken
sevgiyi hissedebilirken
aslında önemli olan buyken
hala neden yarışıyorlar
anlamıyorum
(19.10.2009)
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
biz,
hayat,
melik the desperate :),
monolog,
oyun,
öpücük balığı,
uzak,
wine not cupcake
Pazartesi, Ekim 12, 2009
look at all the lonely people
...
lakin yapamayız
yüzyıllar varmış çünkü aramızda artık..
sevdicek başka yerlerde olmak istemiş
melikkızı da burada bırakıp gitmiş..
bu kız da sevdiceğini her gece rüyalarında görmek istemezmiş artık
çünkü fark etmiş ki tersi yerine
günden güne daha zor oluyomuş gün ve gece..
gece gece bunlar gelmiş içinden
şiyir bulamamış belki ama
daha değerlidir diye kendi yazmak istemiş sana..
şimdi de uyumaya gidermiş artık
bitmek bilmeyen hüzünçlü rüyalara..
yüzyıllar varmış çünkü aramızda artık..
sevdicek başka yerlerde olmak istemiş
melikkızı da burada bırakıp gitmiş..
bu kız da sevdiceğini her gece rüyalarında görmek istemezmiş artık
çünkü fark etmiş ki tersi yerine
günden güne daha zor oluyomuş gün ve gece..
gece gece bunlar gelmiş içinden
şiyir bulamamış belki ama
daha değerlidir diye kendi yazmak istemiş sana..
şimdi de uyumaya gidermiş artık
bitmek bilmeyen hüzünçlü rüyalara..
(01.10.2009)
bunlar çağrıştı:
ben aslında yoğum,
biz,
çakıl,
koku,
melik the desperate :),
oyun,
öpücük balığı,
uzak,
wine not cupcake
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)