hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Haziran 06, 2010

uyumazken

..
zaman durdu.
yazamadım, yazamazdım zaten.
ellerim tutuldu sanki, dudaklarım kendime kenet-len-di
öyle bir mutluluk-idi- ki gözler doldu, kalpler attı o anda.
ne de heyecanla çar-par-dı!
yaşam durdu
zamanım doldu
hep bir şeyler vermeye çalıştım si-ze
alan aldı, gerisi boş kaldı
yoksa boş biz miydik?
karıştırdım şimdi
kapanıyor gözlerime dünya
nerede mavi mutluluklar?
zamanım doldu
bizden daha mutluydu, evet
bizden daha mut-lu
idi.
gözler doldu o anda, kalpler attı
bizden daha mut-lu
..
bizse sarhoşuz sonsuzlukta
sonsuzlukta mutluyum
ayılmamak bahane
bahane ayılmamak
ayılmamak bana-ne!
çünkü mutluyuz sonsuzlukta
şarhoşken sonsuzum
mutluyuz sarhoşken
çünkü bir-tek şarhoşken mutluyuz
bu nedenle son-suz-uz!
..
sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
kayboluşların şehrinde bir adam var
bütün varlığıyla
-resminin yapılmasını bekleyen.
..
cem adrian,
murat yılmazyıldırım
ve hoşça kal;
sizi seviyorum.
..

Çarşamba, Mayıs 26, 2010

though i don't like you anymore

tutku yok insanlarda. aşk denen şeyi yaşamıyorlar. bilmiyorlar ve tanımak da istemiyorlar. zamanları ve istekleri yok buna. ah bir tutulsalar!
..
insanın insana tutkusu
geçemiyor insanın kendine tutkusunu
ve bilmiyorlar sevmenin vazgeçilmez arzusunu.
..
daha uzak, daha da..
..
can yakmayı da bilmiyorlar, acılarını saklamayı da. saklanamayan acı kadar zavallısı yoktur duyguların. (daha sonra düzeltilmek üzere bu yargı şimdilik böyle)
..
insanın yalnızlığı kadar güzel bir duygu tatmadım ben - her şeye rağmen - şimdiye kadar.
..
cümleler cümle olmayınca ne kadar da güzeller.
..
''i have to climb your wall 'cause you're the one who makes me fell much taller than you are.''
..
uyuyun insancıklarım. hep uyuyun, hiç uyanmadan.
..
uyku sorunu olmayan insanlara baktım da şu an, hayatlarından hep şikayetçiler. devamlı söylenip duruyorlar. belki de bütün gün söylendiklerinden kafalarını yastığa koydukları gibi uyuyakalıyorlardır,
    -düşünecek bir şeyleri olmadığından.
..
yine yanlış zamanda doğru mekanı yaşıyoruz. ya da belki mekan bile yanlıştır. gitmeden bilemeyeceğimiz varsayımlarda bulunuyoruz. gidince varsayımlarımızı da beraberimizde götürüyoruz,
    -bir daha hiç doğrulanmamacasına.
..
belki de doğrulanmaması daha iyidir, bilemiyoruz.
..
değişeceğini varsaydığımız hayatlar yaşıyoruz. sadece istediğimiz yönde değişmiyorlar, hepsi bu.
yine -de- yaşıyoruz.
..
gitmek lazım bazen, zamanı gelince.
    -ama savaşmayalım derseniz, kabulümdür.

Cuma, Mayıs 14, 2010

bazıları uzun sever

deneyimledik. seviyoruz. o diil de biri gelip bana hayat enerjisi vereydi iyiydi. alerjidendir alerjiden. yoksa çok kanlı canlı ve heyecanlı bi insanım. o diil de insanları seviyorum. tee nerlerden arayıp soruyolar. yokluğumu fark ettiriyolar hemen. geri dönüyorum hayata hemen. bazısı var hep yanımdalar, her an içimdeler ama varlığımı yok ediyolar. ne yaman çelişki bu aman tarnım! sizi bazen sevmiyorum. evet sevmiyorum. mesela şu an sevmiyorum.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

ben yaşamaya gidiyorum şimdi, geldiğimde nolur bilinmez.

Pazar, Nisan 11, 2010

wine not?

ozman da bir cümle daha gelsin Mill'den:

"The test of real and vigorous thinking, the thinking which ascertains truths instead of dreaming dreams, is successful application to practice."

uyku-mak

makale okuyorum ben yine, evet. uzun uzun cümleler var yine anlamadığım. sadece cümlelerin sonunu yakalayabiliyorum ama o noktadan sonra makale beni yakalayamıyor.

"nor is it only in their intelligence that they suffer."

ne demekse artık, kim bilir..

Salı, Mart 02, 2010

seduce me once again

hayat ne garip aksi. tam düşünüldüğünün tersi gibi. hayatın özelliği zaten garip olması. tüm sıradanlıklar aslında bize hayatın garip olduğunu düşündürten.  şu şununla tanışmış, bu bununla yatmış, o seni anlamış. zaten olması gereken şeyler bunlar, neden garipsiyoruz ki sanki.. evet tek sistem evren, evet oksijen sistemin bir parçası. oksijeni nasıl sadece bir eklenti olduğundan sistemin dışına atamazsan, hayatındakileri de kendinden dışarı atamaz insan. ancak, onları kendinden dışlayamaması demek değildir ki onların varlığı diğerlerinin yokluğudur. gerçeklik tam da bu işte. ya da rüya ne derseniz adına. sadece insanların, zamanın doğrusal değil; döngüsel ya da (mesaj takviyesiyle açıklama babında) çekirdeğin etrafındaki elektron bulutları gibi olduğunu kabullenmeleri gerekli.
..
zaman döngüsel değildi ama neydi?
..
zaman hava gibi bir şey. havanın geçmişi var mı ya da geleceği? hava gitmiş mi mesela? geri gelecek mi?
havaya karışsak mesela, buhar olup uçsak. hava bizi zamana taşısa, biz havada yok olsak, hava bizde yok olsa..
paralel evrenler arasında geçiş yapabilsem mesela. burada içime döndüm tekrar, evet. ama gidebilmemin amacı geri gelebilmek olsa. hiç durmazdım ki o zaman. çünkü insanın durmak isteyeceği bir hayat olamaz asla.
..
çok eşlilik demişken; wine not cupcake? hı, neden olmasın ki? neden yapamayalım? bu soruya cevap vermeye başlamak çok kolay. çünkü yapmamak için binlerce sebep bulursun. hepsinin altında yatansa tek bir sebep: suçluluk duygusu. ama neden 'bir'ine karşı hislerin varken 'iki'ncisi yasak? neden 'iki'ncisi olmasın? diğerini bu neden rahatsız etsin ki? sen yine sensin, o yine o, diğeri yine diğeri. sadece sen daha zenginsin artık.
''zenginlik değil bu, aldatmak.''
..
genellikle anlamak sorundur anlaşmak yerine. insanlar anlamazlar ancak anlaşırlar. bu durumda herkes mutludur. pek de bir sorun çıkmaz ortaya. sonra anlayan birilerini bulursun. anlaşırsın da.
o her zaman bir ihtimaldir çünkü. ihtimallerse güzeldir.

bir de başka türlü anlaşmazlıklar vardır. anlarsın ama anlaşamazsın. 'ne güzel anlaşamıyoruz!' demiş adamın biri, o yaşlanmış ama tutkulu gözleriyle. ne güzel de söylemiş! anlaşamamak anlamamaktan da kötü.
..
işte hayatımın bir yarısı böyle geçiyor. diğer yarısı da diğer türlü. kadın farkında olmadan çok doğru bir şey söylemiş,  tam da şu an fark ettim. hayatım boyunca yapmaya çalıştığım şey birinci türü ikinci türe çevirmekti. hayır yanlış oldu. yaptığım şey bu. yapmaya çalıştığım şey bambaşkaydı.
..
o halde: durmak var, yola devam!
Julia Child olmak kolay olacak.
şimdi sormam gereken tek bir soru kaldı:

peki sen aldatır mıydın?

Perşembe, Ocak 28, 2010

i see i don't know why there's something else

son üç gündür yediğim çikolataların, pastaların, tatlıların, şekerlerin haddi hesabı yok, içtiğim çaylarsa düşüşte yine..
..
bugün müdür beni sevmiyor diye çok üzüldüm nedense. halbuki adam seni ne yapsın, seni sevip sevmediğine dair bir fikir bile oluşturmamıştır muhtemelen. başarısızlık korkusu bu mu yoksa? başarılı olmak müdüre kendini sevdirmek mi ya da? neyse ben elimden geleni yapıyorum nasılsa, ömer faruk beni sevmese kaç yazar..
..
staja başladım ben. çalışıyorum, bir hayli olmasa da. aynı böyle sokakta, orada burada, evde, okulda gördüğümüz insanlar gibi çalışıyorum. çok garip bir duygu. okul yokmuş gibi sanki. sabah kalkarsın 7'de, kahvaltını yaparsın evinde, sonra iştesin. akşam 5'e kadar çalışırsın. sonra eve gelip o kurduğun ve artık düzenli olan hayatının bir parçası olarak saat 7.30'da akşam yemeğini yersin. sonra geçersin bilgisayarın başına. maillerini kontrol edersin. arkadaşlarınla sohbet edersin biraz. saat olur 10. sonra bir bölüm dizi kalmıştır belki iki gündür izleyemediğin uykusuzluk yüzünden. onu izlersin sonra. ama bir geceye bir bölüm dizi düşer sadece, daha fazlasını beynin ve gözlerin kaldırmaz, hani çalışıyorsun ya. dizi bitince de -çoktan esnemeye başladığın için- e yatarsın artık. saat 4-5'ten önce girmediğin o yatak var ya o yatak, seni bekler artık. yattığın gibi de uyursun, düşünmeye bile vaktin kalmaz artık.
..
aslında çalışmak güzel bir şey. bir iş çıkarıyorsun ortaya, kendin yapmışsındır, emek vermişsindir. bütün bürokrasiye karşın bir şeyler yapmışsındır yine de be, sağlık olsun. okurken yapman gereken ödevler yok. her biri farklı bir saatte olan derslerin yok. o sana hiçbir şey vermeyen hocalar yok. hiçbir şey anlamadan okuman gereken, sana dayatılan yığınla kitap yok. makalelere pek bir şey demiyorum ama (muhtemelen büyüyünce de okurum). başarısız olacağını bildiğin ve bunun için çalışmak dışında bir şey yapmadığın sınavlara girme derdi yok. hesap vermek zorunda olduğun birileri yok. kimse sana gelip de 'bu dönem iş yerindeki performansın nasıldı bakalım' demez çünkü.

tabii bunlar çalışmanın sadece iyi yanları. kötü yanlarını az önce saymıştım zaten.
..
nefretlik bir şarkı çıktı yine.
nefret ettiren şarkı ama
kendisinden değil,
kendisi dışındaki her şeyden.
yolda adımlarını sıklaştıracak bir şarkı
çığlıklarını duyurmak istediğin cinsten
-kime istersen..
..
once..
ama neden olmasın tabi..

Pazartesi, Ocak 11, 2010

uyandırmadan

- eski sevgili moduna girdik iyice.
- olsun, biz birbirimizi seviyoruz hala.
- ehi :)
- ehehe :)

Pazar, Ocak 03, 2010

special k

- ne olacağını bilmemiz o kadar önemli mi gerçekten?
..
- değilse neden şimdi?
..
- şimdi değilse neden her zaman?
..
- her zaman değilse neden zaman zaman?
..
- bütün soruların cevabı aynı değil mi?
..
bu sorular seni soruların gerekliliği konusuna götürüyor, - aslında gereksizliği. neden bu kadar çok sorun var ki kendine? başkalarını çözdün de bir kendini mi çözemedin? böyle bir ihtimal olmadığına dikkat çekmek için soruyorsun bunca soruyu, öyle ya! pek öyle de değil aslında, değil mi? dikkat çekmek değil de derdin; hazırlıklı olmak.

- insan hazırlıklı olabilir mi bir şeye?
..
- olabilirse o nedir?
..
- insan dediğimiz yaratık duygularını hazır tutabilir mi bir duruma karşı?
..
öyleyse korku kalıyor bir tek geriye.

- ama neyin korkusu?


haydi şimdi bunu cevapla bakalım!

- korku işte, bildiğimiz korku..
yine olmayacak benim yüzümden korkusu. 
yine olmayacak onun yüzünden korkusu. 
önce hangimiz hata yapacak korkusu. 
önce hangimiz vazgeçecek korkusu. 
her şey eskisi gibi olacak mı korkusu. 
her şey eskisi gibi olacak korkusu.
hep yalnız mı uyuyacağım korkusu.
birlikte ama yalnız uyuma korkusu.
bunları düşünüp uyuyamama korkusu.
birinden önce uyuma düşüncesinin korkusu.
korkularımı anlamaları korkusu.
korkularımı anlamamaları korkusu.


haydi sormana izin bu kadar soruyu kendine diyelim. bu kadar korkunun arasında bu kadar soru sormaya korkmuyor musun peki? tamam, bu korkuları örtbas etmek için bu kadar soru sorman güzel; ancak seni karamsarlığa itmiyorlar mı?
güzeeel..


"Yalnızın adı yok gecenin bu saatinde.."

(14.12.2009)

Cumartesi, Aralık 12, 2009

us vs. us

kaç dilde düşünebilir insan
ya da kaç dilde düşünmeli
çok dil bilip hepsini de anlamak
birini tercih sebebi mi?

..
geceleri yaşamak elbette daha güzeldir
gecenin anlamını bilenler için
gece yaşayıp yaşamadığımı bilmeyenler için de
gece yazma sebebidir

..
olmak ya da olmamak
işte bütün mesela bu
mu acaba?
sizin olmamanız değil mesele
sizin varlığınızın inkarı söz konusu bile değil hele

-meseleyi yaratan 'biz'in eksikliği
  'siz' olmaktan kurtaramayıp sizi
  'biz' olmayı da başaramadığınız gibi
  'biz' olmamaktan yakınmak sizinkisi.

'biz' olmaktan korkan sen değil miydin ey birinci?

..
'us' karşısında 'us'
iki dilde düşünmeli
biz varken akıl yoksa
akıl varken biz yoksak
demek ki ortaklık burada
diyip çekip gitmeli

ikisini birleştiremediğiniz dünyanızda
kalmaya çalışmak asıl acı verici
verdiğiniz acıyı sevdiğim besbelli
acaba benim acı vermemem mi
aslında sizin kızdığın nokta ki?

..
kızmak değil aslında sizinkisi
öyle diyeceğiniz çok belli
ancak, kızmak olmuş benimkisi
kızmamak da elde tabiki
ama o zaman deniz oluşmazdı ki

aynı anda aynı denizde
olmak zorunda olmayışımız gibi
derelerin keyfini sürmek benimkisi
denizin bir yere kaybolduğu yok
daha önce söylendiği gibi
yalnızca görmek 'biz'i
sizi rahatsız ettiği gibi
beni mutlu edecek belki..

..
gecenin güzelliğini
herkes bilmez keyfini
gün ışığı düşman gibi gelir ya hani
bazen kapatır gecenin kusur yerlerini
-kimse görmesin diye, gecenin kendisi bile..

onceee upon a time i could control myself!


her şeye rağmen eğlenmeyi becerebilsek..

keyfimiz eksik olmasa hani dudaklarımızdan..

yansımamız kalsa ya her yerde..

hangisini önemsesek bazen?

saf kalsak keşke, bazıları gibi sade..

poz verdirseler bize makineyi yamuk tutarak, ikimiz de olduğumuz gibi olsak süreçte..

gözetlendiğimizi bilmediğimizde daha güzeliz sanki..

yüzümüzü aklaştırıp gerisi karartsak insanlar anlamaz mı ki?

güzelliğimizi fark etsek azıcık..

utanmasak hiçbir şeyden..

hep hep hep gülümsesek..

bakışları anlasak ya bazen..

bazen de anlamasak..

"soğuk ve yıldızsız sonsuz gülüşümüz"ü görseler..

hep aynı anı görsek, hep belgelemek istesek..

bazen uzaklara baktığımızda, gerçekten görsek ya uzağı..

anlamaya çalıştığımız şeylerin arasında kaybolsak..

çillerimiz olsa ya hepimizin, güzelliğimizi çevreleyen..

sevdiğimiz şeyleri hep yapsak, zaman yaratsak, hiç bıkmadan..

ve bazen gözlerimizi kaçırsak, hiçbir şey söylemeden..
bazen bazenden de fazla..

Cuma, Kasım 27, 2009

come up on different streets

kelimeler olmasa keşke, diyordu. her şeyi zorlaştıran işte şu kelimeler.
her şeyi kelimelerle anlatmak zorundasın, konuşarak ya da yazarak. ses çıkarmak istemediğinde sadece yazmayı tercih edersin. bu yüzden okunma kaygısıyla yazanlara kızmamak gerek, diye düşünüyordu. sana kalan yazdıkların zaten kelimelere dökülmesine gerek duyulmayanlardır. yazdıklarından sana kalanlar ise kelimelerle ifade edilmesi gerekenlerdir, birileri okusun diye. okusunlar ki onlar da cümle kursunlar. bu cümle seni kapsar ya da kapsamaz, bu onların bileceği iş. ama genelde seni yazarlar sana, okuduğunda anlarsın ya da dinlediğinde. yazmak güzel şey, konuşmak da öyle. lakin dinlemek ve okumak ayrı bir keyif veriyor insana. daha çok farkındalık veriyor, onlara ve kendine dair farkındalıklar.. bunu daha önce bir yerde yazmış mıydım diye düşünüyor, sonra buluyor o düşünceyi. evet kullanmıştım, diyor, bir kokuyu duyumsarken. ne garip, diye geçiyor aklından. birini ya da bir şeyi görüyorsun, konuşuyorsun onunla ya da yazıyorsun bir kaç satır ona dair. bir fotoğraf çekiyorsun, o fotoğraf kendisini anlatmaya yetmiyor tüm varlığına rağmen, açıklama ihtiyacı hissediyorsun onu, gülüyor, yine kelimelerle. duyduğun kokuyu ya da bir sesi, bir şarkıyı yine yazıyorsun, sırf ifade edebilmek için. ifade edeyim de iletişim kurayım, diye geçiyor aklından. anlatayım ki insanlar anlasın beni, diyor. hemen sonra yine kendini yanlış ifade ettiğini fark ediyor. üff tüm anlatmak istediği bu işte. tekrar alalım diyor kendi kendine. sinirleniyor biraz da. ne zor bu iş yazmak ama konuşmaktan iyidir, karşında seni anlamayan ve yargılayan gözler görmüyorsun, sadece gözünü alan aptal bir beyaz ekran, dünyaya bağlandığın, neyse, diyor. iletişimin amacı nedir diye bir soru atıyor ortaya. durun bakın kendim cevap vermeye çalışayım, diyor kurnaz yandan gülüşüyle. felsefe derslerinde öğrendiğim kadarıyla anlaşmakmış insanlarla. peki ya anlama ama anlaşamama durumlarında ne yapmalı, diye düşünüyor. şu sıralar bunun üzerine yoğunlaştım, diyor. 'ne güzel anlaşamıyoruz'u anladığım an her şeyi çözmeye başladığım o ilk andı. kelimelerin işlevini kavradığım an insanlarla anlaşmak zorunda olmadığımı da anladım diye düşünüyor ve gecen geceki hatasını hatırlıyor. neyse ki affedildim diyor, bir daha yapmayacağım. bunu anladığın noktadan sonrası hayatındaki sınırların kalktığı yeni bir yaşamın başlangıcı. daha özgürsün artık diyecektim az kalsın diyor ve düzeltiyor, özgürsün artık. derdin karşındakini anlamak olmalı, anlaşmak değil. anlatmak istediklerimi doğru ifade edebilmek için kelimeleri çok özenli seçmeliyim diye düşünüyor, e ne de olsa bizi yanlış aksettiren onlar. keşke kelimeler olmasa, diyor. yaşam kelimelere dökülünce anlamsızlaşıyor sanki, çünkü yaşadığın şeyler onlar değil. o kelimeler senin yaşadığını hissettiremez ki karşındaki her kimse işte ona. sadece diyor,-eğer kendisi de benzer bir duygu yaşamışsa- senin ne hissettiğini anlamaya dair ufak ipuçlarıdır kelimeler karşıdakiler için, o kadar. birinin seni tam anlamıyla anlaması zaten imkansızken, bundan yakınmanın anlamı ne, diye düşünüyor. sonra kızıyor kendine, herkes böyle düşünmeyebilir. ama keşke düşünseler, diyor, dünya daha güzel bir yer olurdu. kelimelere ihtiyaç duymasak bir de, farklı bir iletişim biçimimiz olsa böyle kes/yapıştır gibi. herkes anlamlandırabilse senin yaşadıklarını zihninde, diğerlerine verdiğin kelimelerin azizliğine uğramasan.. anlaşmak zorunda olmadığımızın bilince olarak sadece anlayarak yaşasak, insanlar saygı duymaktan vazgeçip severek yaşasa, değişik yollardan gelseler bile..
..
bazen anlamak için kelimelere ihtiyaç duysan bile kelimeler olmadan da beni sevebileceğin bir dünya düşlediğin için seni seviyorum..
..
kelimeler olmadan yaşayabileceğim bir dünya düşlediğimde içindeki tek insan sen olduğun için seni bambaşka seviyorum..
..
kelimelerin her şeyimiz ve tek varlığımız olduğu dünyamızda anlaşmak için değil anlamak için yaşamamızı sağladığın için seni çok seviyorum..

Pazartesi, Kasım 23, 2009

i'll relive it without pain..

dün yaptığım şeye çok üzüldüm. bunu benim yaptığıma da inanamadım. zaten sevdiğim insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor diyecektim ki haksızlık etmeyeyim ama iki elin parmaklarını geçmez. sevdiğim bir insana ne biçim de davrandım. kafası çalışan kaç insanım var ki zaten şu hayatta..

'sen insanları dinlemek için varsın. yeri geldiğinde tartışacaksın da ama asli görevin dinlemek. onları kendi yoluna sokmak değil ya da onların yolundan gitmek.'

konuşmanın sonunda gelişme diye bir şeyin varlığını reddettiğini söylemişken cümlene "seninki aslında değişmek, gelişmek değil" diyerek başlaman da neyin nesi? ya da "benimki denize ulaşmak ama sen belli ki derede kalmak istiyorsun" demek? ne haddine ki senin bunları söylemek?

'senin görevin insanların bir nebze de olsa düşünmesine yol açmak (yol açmak: olumsuz yargı kullanımı).'

bunu senden önce de yapan ve senden sonra da yapacak olan ve aslında bu yüzden o sevdiğin az sayıdaki insanlarının arasına katılan birine neden bunu yaptın ki?

'uzun sürelerdir birileriyle konuşmamanın verdiği can sıkıntısıyla sinirlenip duyduklarına inanamamış olabilirsin. ama senin dinlemen üstüne üstlük bir de anlaman gerekirdi; yargılaman değil.'


özür dilesem geçer mi ki?
başa alabilir miyiz ki tüm konuşmayı
geri sarabilir miyiz söylediklerimi?

'lütfen olsun..'
(21.11.2009)

is freewill dead?

pembe sevmeyen insanları, sanki biz pembe sevenleri kategorize ediyormuşuz gibi, kategorize etmeyin. bunu bir yaşam biçimine dönüştürmüyoruz biz ya da pembeyi pembe olduğu için giymemezlik yapmıyoruz. sevmediğimiz şey pembenin rengi, pembenin sesi, pembenin kokusu.. herkes bunu sevmek zorundaymış gibi davranmayın ya da illa ki bir gün herkes pembeyi sevecekmiş gibi.pembenin size yaşattığı his belli ki bizde canlanmıyor. yaşattığı o kısacık anlarda da giyiyoruz zaten merak etmeyin.
yapmayın, sinirlenip üzülüyoruz, yapmayın..
bizi sarkastik olmaya zorlamayın..
(21.11.2009)

not: pembeyi metafor olarak kullandım, alınmayın gücenmeyin :)

Salı, Kasım 03, 2009

çö the which one

rakamla:

3. şahış olmak değil
-3. kişi olmak benimkisi..

2'liğin bilincinde olmak
- ve de kabullenmek 2.'liği..

zor olan 1'in kendisi
çünkü sanıyor ki kendisi 1.
ama bilmiyor
yalnızlığının sebebini:
1 olmak değil onunkisi
reddetmektendir
2.'liği
bu yüzdendir ki yalnızdır
çekip gitmeler bunun habercisi

yazıyla:


üçüncü şahıs olmak değil
- üçüncü kişi olmak benimkisi..

ikiliğin bilincinde olmak
- ve de kabullenmek ikinciliği..

zor olan bir'in kendisi
çünkü sanıyor ki kendisi birinci
ama bilmiyor
yalnızlığının sebebini:
bir olmak değil onunkisi
reddetmektendir
ikinciliği
bu yüzdendir ki yalnızdır
çekip gitmeler bunun habercisi

soruyla:


peki ya
peşlerini bırakmaman da neyin nesi?

Cumartesi, Ekim 24, 2009

wake up


bunca zaman sonra
tam da şu anda
anladım neden uyanamadığımı:
uyanamamak değil benimkisi; uyanmak istememek.
insan hayat(ın)a uyanmak isterse uyanır; uyanmak istemezse de uyanmaz
gibi basit bir açıklama yeterli olsaydı keşke de
bunu kendime kanıtlamak zorunda kalmasaydım.
(13:01 - kabataş otobüsü)

Çarşamba, Ekim 21, 2009

do you think you can tell?

ben bu kadar ruhsuzken
bu kadar olumsuzken
hala nasıl yaşıyorum
anlamıyorum

sen bu kadar umutluyken
ve bir o kadar da bencilken
daima en iyisi için çabalarken
hala nasıl en iyi değilsin
anlamıyorum

o bu kadar farklıyken
ya da kendini öyle sanırken
şimdi imkanlar önüne serilmişken
hala nasıl güçsüz
anlamıyorum

öteki bu kadar azimliyken
bencillik yolunda ilerlerken
her şeyi başarıyorken
hala nasıl son derece normal
anlamıyorum

beriki bu kadar güzelken
bu kadar başarılıyken
hala nasıl memnun değil
anlamıyorum

bir diğeri bu kadar zekiyken
tamamen bilinçliyken
ancak şu an seyircilere oynarken
hala nasıl kıskanç
anlamıyorum

ben bu kadar umutsuzken
sen bu kadar uzaktayken
'biz' bu kadar yokken
hiçbir şey yapmazken
hala nasıl 'varız' diyebiliyoruz
anlamıyorum

siz bu kadar beraberken
ve aslında birbirinizi öldürürken
son derece acımasızken
hala nasıl yok olmuyorsunuz
anlamıyorum

onlar bu kadar uyumluyken
sevgiyi hissedebilirken
aslında önemli olan buyken
hala neden yarışıyorlar
anlamıyorum
(19.10.2009)

Pazartesi, Ekim 12, 2009

set me free

bugün güzel bir gün
özgürlük günüydü bugün
hiçbir şeyin peşine takılmadan
kimseden de itiraz duymadan
istenilen saatte eve dönüş yoluna koyulan
istekli bir gündü bugün..

herkesin kendi dünyasında yaşadığı
yaşamını kimseye göre ayarlamadığı
kurallarını da kendileri koydukları
çok görülen az fark edilen
oynadıkları bir oyun
katlanamadığım
görmezden geldiğim

'herkes'in dünyasıysa o senin her şeyin olan
katlanamadıklarına rağmen
oyuna tutunmaya çalışman
tutunabileceğin birisinin olmamasındandır
-oyunun dışında.