durağan*durak-an*dur-akan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
durağan*durak-an*dur-akan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Aralık 19, 2010

taking chances

sanırım karşıma çıkabilecek en güzel fırsatlardan birini kaçırdım. öyle her an çıkmıyor insanın karşısına bu fırsatlar haa, kırk yılda bir. gördünüz mü tanıyorsunuz ahan da fırsatımız bu, diyerek. fırsat bu ya, heyecanlandırıyor sizi. yakalamak istiyorsunuz her an. kaçıyor da kaçıyor. şimdi size neler olduğunu üstü kapalı bir şekilde anlatacaktım ki bu noktada "e ben yakalamak için bir şey yapmadım ki. lan!?" içsesiyle boğuşmaktayım. hakkat lan, ben hiçbir şey yapmadım fırsatımı kaçırmamak için. tam 26 buçuk saat önce (doğru mu hesapladım acaba?) konuşurken böyle demiyordum ama. bu nüansı fark edememişim demek ki. nüans da ne nüans anasını satayım. parmağımı bile kıpırdatmamışım ki şurada oturup şikayet edeyim. üff kızdım şimdi kendime. tamam anlatmıyorum.

neyse efendim, benim bu yazıda asıl değinmek istediğim konu şu olacaktı ki biraz biraz yanlış yerlerden başladım. uyumayınca beynim böyle çalışıyor, mazur görünüz. tabi siz bunları okurken uyuyup uyanmış olacaksınız her zamanki gibi. uykunuzu da almışsınızdır siz şimdi, ooh mis. ya biz? biz yazı yazarken hep uykusuzuz lan, uyumuyoruz yazı yazıyoruz. yok bayağı attım şimdi, bir aydır bir şey yazmıyorum şu bloğa. adeta uğramaz oldum. ama diğerleri yazıyor bakın, beni bulamazsanız onlara gidin, hadi bakayım. tabi hala konuyu söylememiş olmam da dikkatinizden kaçmamıştır, bilirim ben sizi, sizi gidi siziii.

yazmayınca düşünmüyorum mu sandınız? düşünüyorum elbet, ben de bir insan evladıyım şükürler olsun. başım ağrıyor mesela, şu an onu düşünmekteyim. bir de dizlerim ağrıyor çok oturmaktan. çok oturdum bugün. bu iki cümleden biri gereksiz oldu bence. hangi cümle olduğuna siz karar verin. sonra bana gelin.

aslında başlığa başka bir şarkı yerleştirmiştim, ama şimdi değiştirdim kendisini. bu yazımızın adı bu şarkı olsun. diyeceğim o şey bu şey değildir ki bir dakika sonra alarm çalacak. çaldı. birazdan yine yalnız kalacağım. çalma. çalıyor. durdu. biri susturdu. uyandı herhalde. insanlar uyanınca hep gidiyor, keşke kalsalar.

Salı, Ekim 12, 2010

estrangement

siz bilemediniz;
benim dünyam bambaşka.
her akşam bir odada otururum tek başıma.

Cuma, Ekim 08, 2010

if i knew where it was, i would take you there

tamamlanmışlık hissim aksi iddia edilse de hiç yanıltmadı beni. 'erken' eklediler başına, erkenmiş o zamanlar. erkenmiş de aslında, daha yaşayacak koca bir aşk varmış önümde. tamamım ben, demişim; mükemmel olmadığımın bilincinde. en büyük parçam tamamlanmıştı nasılsa, gerisi teferruat. teferruat diye baktım hep, hislerimden habersizce. o da gittiğinde tamamlanmıştım artık, yaşandı bitti dediğimde.
...

...
avucumdaki kelimeleri götürebilsem geçmişe
tümler kalırdı geriye sadece
-ki- sıkıcı birer kıssadan hisse

Pazartesi, Eylül 06, 2010

somewhere over the rainbow

..
geçen zaman - inkarlar - içinde
kazanılan sanrılar dönüşür kaybedilene
depremler olur beraberinde
kayıplar acıtır her yeri
denir ki sonra bir yerde:
kayıp giden siyah hiç gitmemiş meğerse.
..

şevkat örtmüş gökkuşağının renklerini;

renkleri göremeyen siyahı inkar edebilir mi?
..

Salı, Haziran 22, 2010

biz iyiyiz böyle

şu cümleyi kurduğum her ana geri dönsem mesela. durağanlıktan çıkıp durak-an olsa önce, dur-akan! diyebilsem sonra keşke. biz iyiyiz böyle. aslında o anlarda çok iyiydik halbuki. hala da iyiyiz aslında, amma ve lakin insanoğlu meraklı yaratık. durak-anlarında "biz iyiyiz böyle" demek yerine "tamam lan kabul" deseydi ne olurdu merak eder hep. ya da ederim diyeyim, genellemeler yapmadan konuşayım.
oha çok gitmek istedim o anlara şimdi. "tamam lan kabul" deseydim keşke şu an kafamda en belirgin olan biz iyiyiz böyle anına. off neler değişecekti neler. başta, farklı bir evde uyuyor olacaktım geceleri. yine geceleri daha mutlu olacaktım orası kesin. birisi bana sevgiyle sarılır mıydı bilemem ama şehvetli birinin sarılacağı kesindi.
mesela şu an daha farklı giyiniyor olurdum. tanrım parasızlık yüzünden artık tamamen tiki olucam diye çok korkuyorum. neyse onlar da insan. müziik müziiik! şarkılar bambaşka olurdu kesin. heeey ısmarlama yemekler yemezdim o zaman. e notlarım da kesin daha yüksek olurdu. aman ne yapacaksam notu. efenim o hırka benim olurdu kesin, ben o hırka için her şeyi yapardım. aslında hala da yaparım ama şşhtt kimse bilmiyor. arkadaş çevrem aynı kalırdı ama. bir tek o değişmezdi sanırım. ha bir de kullandığım parfüm aynı kalırdı. ee işini bilmek gerek. aah ah o zaman da başka şeyler içimde kalırdı. geri dönüşü de olmazdı o yolun.
neyse. efenim biz böyle iyiyiz bence. kimse oturup bu durak-anlarını düşünmeye kalkmasın. yoksa beeyle oturup saatlerce feysbukta fotoğraflara bakaar bakaar dalarsınız. zaman geriye gitmiyor ama fotoğraflar geriye gidiyor sevgili okurlar. günümüzden geçmişe bir fotoğraf yolculuğu yaparken "ah tam da şundan bir gece önceydi işte! şu an bu fotoğrafta ben olabilirdim" dersiniz. demeyin. ondan hemen sonraki karşınıza çıkacak olan fotoğraf "biz iyiyiz böyle" demeniz için bir fırsattır. denedim çalışıyor.
dünya küçük lan.
durak-anlarınızı iyi değerlendirin.
piç olun piiiç.

Perşembe, Haziran 17, 2010

abo

allahımmm aynı şarkılar çalmasın hep diye listeye aynı şarkıları tekrar tekrar doluşturmak. eğlenceli lan aslında. neyse. off bu akşamki yedinci limonlu sodamı içiyorum. günün toplamı dokuz tane içtiğimi gösteriyor tabi. öff bi tanesinin parasını ödemeyi unutmuşum, çok utandım hatırlayınca. yarın gidiyim de ödiyim bari. bence benim başım bu kadar ağrımasın. evet hiç kimseye şuram ağrıyo buram ağrıyo diye şikayet edemiyodum, bence bloga yazmak iyi fikirmiş. bundan sonra böyle yapıcam. o zaman midemin de çok ağrıdığını eklemem gerek. gözlerim de inanılmaz ağrıyo aslında görmekten. bi de belim çok ağrıyo, çok oturmaktan sanırım. ama iyi haber dizimdeki sigara yanığının artık sızlamaması. bence bu iyi bi gelişme. öff astım ilacım da bitti. ya gece nefes alamazsam? çok tozlu lan bu ev, bi de güneş almıyo. bi de çok sevdiğim ayakkabımın tabanı çıktı yine bugün amaaeeen. neyse. oyy kitap okiyim ben. aa hatta bugün son okuduğum sayfadan alıntı yapim bi tane de. öhöömm geliyi:

"Ama boşlukta her yürüyenin hayatında öyle bir an gelir ki hava tehlikeyle dolar, korkarım ki biz de o ana geldik artık."


geldik sona derim bir ahmet kaya edasıyla ve gider kitap okurum.

geldik yine bir sona baylar bayanlar, geldik malesef kaçınılmaz olarak..

nakba

zaman hakkında anlat biraz da, dedim ona, telafisi olmayan tek şeyden bahset hadi.
- gerçekten de yok sanırım, diye karşılık verdi. şu dünyada inandığım bir kaç şeyden biri kelebek etkisidir herhalde.
bir de kuantum fiziği bilse daha mutlu bir insan olabilirdi.
sonra başladı anlatmaya:
- elimdeki kitabı bitirsem de artık, uçamamanın nasıl bir şey olduğunu anlasam. düşünsene; harun tekin var olmasa en basitinden 'o' olmayacaktı hayatımda.
düşünceden düşünceye atlamayı severdi bir şey anlatırken. hoş, insanların dikkatini dağıtmamak için tekdüze konuşmaya özen gösterirdi. ancak; yine de birbiriyle ilgisi yokmuş gibi gözüken cümlelerin bir aşkı olduğuna inanırdı hep.
devam etti sonra:
- o zaman da mükemmel bir hayatım olacaktı. çok iyi bir kariyer planım olacaktı muhakkak. veee tabiki odtü'lü makine mühendisi bir sevgilim olacaktı. ne de çok severdim onu. ah bir de o annesi olmasaydı!
onun bu düşüncelerine her zaman gülmüşümdür. geçmişi geçmişte bırakamazdı bir türlü.
- odtü'nün yemyeşil çimlerinde günümüzü gün ederdik, ebedi bir boşluk içinde. hiçbir zaman anlamazdım neden, niye. hoş anlamama da gerek kalmazdı. çok mutlu olurdum düşünsene. evden kaçardım fırsat buldukça, kim bilir nerelerde kalırdım geceleri.
bunları dinlerken yüzüne baktım. çok hoşlanıyordu bu anlattıklarından. ama hiç kimse emin olamazdı neden hoşnutluk içinde olduğundan. belki de savaşta vurulan askerin yanına koşan arkadaşının o ilk saniyenin on beşte birinde hissettiği şeyi hissediyordur, dedim kendi kendime. belki de gerçekten o zamanlarda da evden kaçacaktı, bilemiyorum. bu onun durak-anıydı ne de olsa.
düşüncelerimi okumuş gibi gülümsedi bana.
- ben o zamanlar da evden kaçardım, sen bilmezsin. onu görmek isterdim hep. geceleri bahçelerine girerdim bir dakika yüzünü görüp sesini duyabilmek için. ama onda korku vardı her zaman, hepsinde olduğu gibi. çok ilginç, şimdi harun tekin olmasaydı ben de mi olmayacaktım?
daha dikkatli baktım ona, o gülümseyişi gördüm yine yüzünde. kimsenin sırrını çözemediği, insanı tedirgin eden o soğuk gülümseme.
- çok güzel gözleri olan bir sevgilim olacaktı o zaman, elimi hiç bırakmayacak olan. ama yok, kesin öyle olmazdı bu hikaye. odtü'lü olurdum ama, orası kesin. be hey gözünü sevdiğimin ankarası! hep gözlerimi kapatırdı. ben de bu ne acaba diye sorardım.
hoşnutluğunun, gülümseyişinin anlamını o anda kavradım. bu yüzden seviyordum onu işte. sanki onayladı beni o anda.
- bence yine de sorardım neden, niye.
o anda başka bir ana gitti aklı.
- ya da bir gün kaldırımda terk edilip kalmasaydım ya da o gece o benimle gelseydi ya da ben o gece her şeyden vazgeçip arkamı dönüp yürümeseydim şu an burada oturuyor olmayacaktım. benimle gelse miydi ki? hiç ağlamasa mıydım acaba bütün o karanlık yol boyunca? bilemiyorum şu an, hiçbir zaman da bilemeyeceğiz, ne yazık.
evet, dedim, çok yazık. başka da bir şey diyemedim, o anlatmıştı zaten anlatmak istediğini sorgusuz sualsiz. bana düşünmek kalmıştı sadece.
- zaman kaybettirir yalnızca, kazandırmaz. çürütür hatta. biz kaybettiklerimizden arta kalanları yaşıyoruz sadece. o halde kaybetmeye bu acele niye?